Bulgaristan Türkleri

Kısa Bilgi

       Nüfusları 1.200.000 olup bulundukları başlıcaşehirler :Sofya, Şumnu, Kırcaali, Filibe, Dobruca, Varna, Rusçuk, Silistre, Plevne,Tınova, Sofya.

   
       Tarihçe
Güney Rusya bozkırlarından 7. yüzyılın başlarından itibaren çeşitli sebeplerlegöç eden ve Balkan Yarımadasına gelen Bulgarlar, aslında Türk soyludurlar. Ancakyeni geldikleri bu bölgede zaman içinde Slav halkları tarafından asimile edilmişler,kültürel kimlik bakımından büyük çoğunluğu Slavlaşmıştır.15. yüzyıldansonra Osmanlı Devleti Anadolu'dan Türk nüfusu getirerek bölgeye yerleştirmiştir.Buna rağmen genel nüfus içinde Türkler hep azınlıkta kalmışlardır.

 
       Nüfus
       Bulgaristan 1940'ta Türk nüfusun yoğun olduğuDobruca'yı yeniden elde etmiş ve o günden sonra da sınırlarda değişiklikolmamıştır. Dobruca bölgesinde Türklerden başka Türk dili konuşan iki Türkazınlık daha bulunmaktadır.Bunlar, sayıları 7 bin kadar olan Tatarlar veGagavuzlardır. Bulgarlar ülkedeki azınlıkları sürekli asimile etmeye çalışmış;1984-1985 yıllarında ise Türkçe isimleri yasaklayarak göçe zorlamıştır. Türklerbu hadiseye tepki göstermiş; ancak, 1989 yılında 160.000 kadar Türk Türkiye'ye göçetmiştir. Sonraki yıllarda bu sayı 300 bine ulaşmıştır.1985 yılından sonraBulgaristan'da kalan Türkler, bazı alanlarda Bulgar yurttaşların hak vehürriyetlerine sahip olmuşlardır.1965 nüfus sayımı verilerine göre Türkler 850bin'e yakın sayıları ile genel nüfusun % 10'unu oluşturmaktaydılar. 1985 sayımındaise Türk nüfus 1.600 bin civarına ulaşmıştı. Bu durumda Türkler, genel nüfusun %15'ini teşkil ediyorlardı. Bu nüfus yoğunluklarıyla Bulgaristan'da Türk toplumu enkalabalık azınlık durumundaydı. 1989'dan sonra gerçekleşen göçler, bu sayıyıaşağı çekmiştir.Nüfusun büyük çoğunluğu çiftçilik ve hayvancılıklageçimini sağlamaktadır.


       Göçler
       Balkan Türklüğü, 1940 tarihinden itibarensürekli olarak Türkiye'ye göç vermiştir. 1944'e kadar 140 bin kişi, 1950-1951'de 155bin kişi, l978 yılında ise 130 bin kişi Türkiye'ye gelmiştir. 1989 yılındakigöçmen sayısı ise 160 bin civarındadır. Bu göçlerden sonra Bulgaristan Türklerikırsal alanlarda kalmışlardır.

 
       SiyasiVarlıkları
       1993'den sonra Bulgaristan'da Türklerin "Hak veÖzgürlükler Partisi" Bulgar Parlamentosu'nda yerini almış ve üçüncü siyasigüç olarak 15 milletvekili çıkarmıştır. Ülkede halen 27 Belediye başkanı, 653köy muhtarı Türk'tür.Devlet dinî kurumları denetim altında tutmakta ve diniçalışmaları yönlendirmektedir.2001'de yapılan seçimlerde ise 30 milletvekiliçıkararak Bulgaristan'da ciddî manada siyasî bir güç olmuştur.


       Eğitim
       Bulgaristan'da eğitim devlet denetimindedir. Ülkedekonuşulan Türkçe, Türkiye Türkçesine oldukça yakındır . Türkçe ilk yıllardaazınlık okullarında öğretim dili olarak okutulurken daha sonra kaldırılmıştır(1960). 1939' da Türklerin yüzde 15'i okula giderken 1957' de bu oran yüzde 97'yeçıkmıştır. 1993'ten sonra ise yeniden Türkçe eğitim başlamıştır. Bulgar MillîRadyosu'nda Türkçe yayınlar başlamış, "Filiz Gazetesi" adlı Türkçe birgazete yayına girmiştir.
Bulgaristan

       1989 yılından itibaren dışa açılma veliberalizasyon sürecine giren Bulgaristan Cumhuriyeti 110910 km2'lik yüzölçümüne ve1995 verilerine göre % 0,3 nüfus artışı oranıyla 8,4 milyon nüfusa sahiptirNüfusun % 85'i Bulgar, % 8,5 Türk, % 2,6 Çingene, % 2,5 Makedon, % 0,3'ü Ermeni, %0,2'si Rustur.

      Kuzey ve güneydoğu bölgeleri dağlık olan Bulgaristan'ın diğer bölgeleri iseovalıktır 608 kmsi Romanya Cumhuriyeti, 494 kmsi Yunanistan Cumhuriyeti, 318 kmsiYugoslavya Federal Cumhuriyeti, 240 kmsi Türkiye Cumhuriyeti ve 148 kmsi MakedonyaCumhuriyeti'yle olmak üzere 1808 km kara sınırına sahiptir Başlıca doğalkaynakları boksit, bakır, kurşun, çinko, kömür, kerestedir Arazinin % 34'üekilebilir alan (Devamlı ekilen alan %3-5 arasında değişmektedir), % 18 mera veotlaklar, % 35'i ise ormanlık alandır.

       İdari açıdan 9bölgeye ayrılan Bulgaristan, tek taraflı 240 üyeli Ulusal Meclise sahiptir 19 Nisan1997 tarihinde yapılan erken seçimde halkın % 52,23 oyunu alan Birleşik DemokratikGüçler lideri İvan Kostov başkanlığında 21 Mayıs 1997'de kurulan hükümet görevyapmaktadır.240 sandalyeli Bulgaristan Parlamentosunda Ulusal Selamet İttifakı içindeyeralan Hak ve Özgürlük Hareketine mensup 15 Milletvekili ile Birleşik DemokratikGüçler içinde yeralan 1 milletvekili olmak üzere Türk azınlığından toplam 16Milletvekili bulunmaktadır.

 

Ekonomik Durumu

       Belirtileri daha önceden ortaya çıkmakla birlikte1997 yılı Bulgaristan için önlenemez bir kriz yılı olmuş ve Bulgaristanhiperenflasyon yaşamıştır Ocak 1997'de leva güç kaybederek, bir $ karşılığı3270 Leva'ya kadar yükselmiş, seçim kararının alınmasıyla birlikte mart ayında $leva paritesi 1588'ye kadar düşmüş, Şubat 1997 ayında yaşanan aylık %242,7enflasyon oranından mart ayı enflasyonu %12,27'ye inmiştir.

       Bu aşamada, IMF krizin kontrol altınaalınmasıyla ilgili destek vermiş, Dünya Bankası ve Avrupa Birliği'yle birlikte, ülkeyiseçime götürecek geçici Hükümetle anlaşmaya varılarak gerekli kredi ve yardım sağlanmıştırKısa süre içerisinde Şubat 1997 ayında 400 milyon $' düşen döviz rezervleri Mayıs1997 ayında 1,640 milyon $'a yükselmiştir. 21 Mayıs 1997 tarihinde yapılan seçimlerlebirlikte Hükümet, İvan Kostov başbakanlığında, Demokratik Güçler Birliği tarafındankurulmuştur. Ciddi bir ekonomik krize sürüklenmiş Bulgaristan'da yıl içerisindeekonomik dengeler yeniden kurulmaya başlamıştır IMF ve Dünya Bankasının önerisiyle1 Temmuz 1997'de uygulamaya geçen Para Kurulu'yla birlikte bire bir sabit pariteyle binLeva bir Alman Markına endekslenmiş ve yılın ilk üç ayında 1000 seviyesinde gerçekleşenenflasyon kontrol altına alınmış ve yıl sonunda % 578,6'lık bir enflasyon oranınaulaşılmıştır. Gayrı Safi Milli Hasıla'nın 6,3 olarak öngörülen 1997 bütçe açığı% 3,1 olarak gerçekleşmiştir Harcamalar kısıtlanmış, Katma Değer vergisi %18'den %22'ye yükseltilmiş ve bütün ürünler için aynı rakam öngörülmüştür Vergitoplanması işlemine ağırlık verilmiştir. 1996 yılında %10,6 oranında düşenGSMH, 1997yılına da % 7,4 oranında düşme göstermiş ve 9,2 milyar Dolar olarak gerçekleşmiştir.

        Dövizrezervleri 1997 yılında 2,4 milyar dolara yükselerek aynı zamanda Bulgaristan'ıntarihindeki en yüksek rezerv miktarına da ulaşılmıştır. Bulgaristan ekonomisindekibir başka sorun 9,7 milyar Dolar olan dış borçtur Dış borçların büyük çoğunluğunuyüksek faizli ticari krediler oluşturmaktadır Kısa vadeli borçların toplamı dışborç yükü içerisinde % 13'dür 1998 yılı için 1 ,2 milyar dolar dış borç anapara ve faiz ödemesi yapılması öngörülmüştür.1992 yılından buyana yapılan özelleştirmekapsamında Bulgaristan'daki işletmelerin % 20,5 özelleştirilmiştir Sanayi üretimindeözel sektörün payı % 30'lar seviyesindedir. Özel sektörün genel ekonomi içerisindekipayının üç yıl içerisinde % 70'i aşması beklenmektedir Hükümet önceliklerini özelleştirmeve yabancı yatırıma vermiş bulunmaktadır 1992 yılından buyana gelen yabancısermaye 1,4 milyar Dolardır 1997 yılında 636 milyon dolar olmuştur 1997 yılı içerisindeilk sırayı 262 milyon dolarlık yatırımla Federal Almanya almaktadır.

        Bulgaristanekonomisi mali istikrarın sağlanması ile büyüme ikilemi arasında kalmıştır 1994 yılında% 1,8, 1995 yılında % 2,1 olarak gerçekleşen büyüme oranı 1996 yılında % -10,9olmuş ve 1997 yılı büyüme oranı ise gene negatif olarak belirmiş ve % - 8'seviyesinde kalmıştır Hükümet 1998 yılı için % 4'lük büyüme beklentisindedir
Türkiye-Bulgaristan Dış Ticareti 1987 yılına kadar Bulgaristan ile olan ticari ilişkilerimizdeihracatımız, bazı yıllar artış göstermişse de ithalatımız genelde ihracatımızınüstünde gerçekleşmiştir.

        1987 - 1989 dönemindeTürkiye lehine bakiye veren dış ticaret dengesi, Bulgaristan'da görülen dışa açılmave liberalizasyon sürecine bağlı olarak iki ülke arasındaki ekonomik işbirliğiningelişmesine yol açmış, 1990 yılından itibaren bu ülkeden yapılan yüksek ithalataparalel, dış ticaret dengesi bu defa Türkiye aleyhine gelişme göstermiştir
1990 yılında 42 milyon dolar olan iki ülke dış ticaret hacmi , 1991 yılında % 414'lükbir artış göstererek 216 milyon dolara ulaşmış, 1993 yılında ise 329 milyon dolarseviyesine gelinmiştir Ancak 1993 yılı içerisinde Türkiye'nin Bulgaristan'a ihracatı862 milyon dolar iken, bu ülkeden ithalatı 2432 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir.

        1995 yılı değerlendirildiğindeise, ihracatımızın bir önceki yıla göre yaklaşık % 37 oranında artış gösterdiği,buna karşılık ithalatımızın % 106 oranında arttığı gözlenmiştir Böylece 1990yılından itibaren sürekli artan dış ticaretimizdeki bu açık, takip eden yıllardada devam etmiş ve 1995 yılında en yüksek rakama ulaşmıştır.1996 yılında ülkemizverilerine göre, Bulgaristan'a yönelik ihracatımız 152,9 bin dolar, ithalatımız ise358 bin dolar olarak gerçekleşmiş, 511 bin dolarlık ticaret hacmine ulaşmıştır.1997 yılında ise, gene ülkemiz verilerine göre, Bulgaristan'a yönelik ihracatımız170,0 milyon dolar, ithalatımız ise 366,5 milyon dolar olmuştur Bu çerçevede ticarethacmimiz 536,5 milyon dolar olarak gerçekleşmiş, 196,5 milyon dolarlık dış ticaret açığıverilmiştir.

Osmanlı Eyaletinden Üçüncü Bulgar Çarlığına

       Bulgarlar, "Ogur" adı verilen, çeşitli Türkboylarından meydana gelen bir boylar birliğidir. Bu boylar içerisinde, Onogur, Oturgur,Saragur ve Kutrigurlar başta gelmektedir. Önceleri Asya Hun İmparatorluğu'nun batısındaoturmakta iken, Hun İmparatorluğu'nun parçalanmasından sonra, II. Yüzyılın sonundaKafkasya'ya geldiler. Burada iki yüzyıl kadar kaldıktan sonra, Karadeniz'in kuzeyinde BüyükBulgar Hanlığı'nı tesis ettiler. Fakat Hazar Devleti'nin baskısına dayanamayarak,Tuna havzasına yerleştiler. 681 yılında Tuna Bulgar Devleti'ni kurdular ve yüksek birkültüre sahip olduklarından, buradaki halklara üstünlük sağladılar. Yalnız çevredekiSlav milletleri değil, Bizans'ı bile etkilediler.

      Fakat kendileri Türk boylarından meydanageldikleri halde geniş bir Slav-Ortodoks kitleye egemen olmuşlardı. Sayılarının azlığı,zamanla onların bu geniş Slav-Ortodoks kültüründen etkilenmelerine sebep oldu. 864 yılındaHristiyanlığın Ortodoks mezhebini kabul ettiler. Slavca resmi dil oldu. Türkçe ünvanlaratıldı. Bu sırada Sırplar ile sıkı bir mücadeleye girişildi. X. Yüzyılda devletzayıfladı ve 1018'de Bizans'ın egemenliği altına girdi. Böylece, Birince Bulgar Çarlığıortadan kalktı. Bu tarihten sonra, Karadeniz'in kuzeyinden gelen Kuman, Kıpçak ve Peçenekler,Bulgaristan'ın nüfus yapısına katkıda bulundular. 1185 yılında Bizans'ınetkisinden kurtulup, Misya'da İkinci Bulgar Çarlığı'nı kurdular. İkinci Bulgar Çarlığı,200 yıl kadar bağımsız olarak yaşadı. Fakat sonra, daha büyük ve kalıcı bir gücünetkisi ile karşı karşıya kaldı. Bu güç, Osmanlı Devleti idi.
XIV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Rumeli'ye geçmeye başlayan Osmanlılar, Çimpikalesinin alınması ile başlayan fetihlerine, Gelibolu ile devam ettiler. Daha sonra, İstanbul,Vize ve Edirne yönünde üç koldan ilerleyerek, yeni topraklar elde ettiler. Bu ilerleyişidesteklemek için Anadolu'dan savaşçı oymaklar getirildi ve uçlar gittikçe, gerideyeni yerleşim alanları kuruldu. Daha önce ıssız ve güvensiz olan kırsal bölgeler,sosyal ve ekonomik bir canlılık içerisine girdi.

      Özellikle vakıf sisteminedayanan dini ve ticari kurumlar, hem yeni yerleşim birimlerinin kurulmasında, hem de varolanların gelişmesinde, önemli bir rol oynadı. Edirne, Filibe, Serez, Üsküp, Sofya,Silistre, Tırhala, Yenişehir ve Manastır, bu türlü yerleşim merkezlerinin başındagelir. Osmanlı Devleti, küçük devletler ve derebeylerin elinde parçalanmış bulunanBalkan topraklarını, kendi idaresinde ve güçlü bir devlet çatısı altında birleştirdi.Bu arada Bulgaristan, 1363-1393 yılları arasında verilen mücadeleler sonunda, birOsmanlı toprağı haline geldi. Bu şekilde, İkinci Bulgar Çarlığı da tarihe karışmışoluyordu.
Bulgaristan , Osmanlı yönetimi altında" güzide bir vatan toprağı" olarak işlemgördü. Çünkü Bulgaristan , Rumeli'de bulunuyordu ve bu bölge, Osmanlı fetihpolitikasına göre bir "dârü'l-cihâd" idi. Anadolu, Selçuklular zamanındaTürk-İslâm karakterini kazanmıştı. Artık sıra, Rumeli'deydi. Bulgaristan da,Rumeli'nin İstanbul'a en yakın bölgesi olarak, bu politikadan nasibini aldı.

      Şenlendirmek amacıylakitleler halinde yapılan göçlerden sonra, Timur istilası bu göçleri daha da artırdı.Kısa zamanda Trakya, Doğu Bulgaristan, Meriç vadisi ve Dobruca, Türk nüfusun çoğunluktaolduğu bölgeler konumuna geldi. Filibe başta olmak üzere Vidin, Rusçuk, Ziştovi,Silistre ve Niğbolu gibi şehirler, imparatorluğun önemli merkezlerini oluşturdu.Fetih öncesinde derebeylerin elinde parçalanan topraklar birleştirildi ve "devletmalı " haline getirildi. Onu işleyen köylüler de, sürekli bir kiracı konumunagirdi. Köylü, bu kiraya ait belli birkaç vergiyi ödedikten sonra, hiçbir şekildeangarya ile yükümlü tutulmadı. Kısaca Bulgar halkı, uzun zamandan beri unutulmuşbir rahatlığın tadına kavuştu.
Kurulan yeni yerleşim birimleri; çeşitli adlar, aldı. Bunlar, kurucusunun ,yerleşen Türkoymağının, Anadolu'dan geldikleri yerin adlarıyla veya bir başka şekilde anıldı.Bu konuda, Kayı ,Menteşeli, Turahanlı, Doğancı, Hacı-Timurhan, Burhan Baba, SelmanDede ve Eskice -Pazar gibi adları sayabiliriz. Zaviyeler ve Türk dervişleri, Rumeli'ninsosyolojik fethi bakımından çok önemli bir görevi yerine getirdiler. Asıl Müslümannüfusu, Anadolu'dan gidenler oluşturdu. Ayrıca, hem inanç tercihi, hem de hakim unsurzümresine dahil olmanın avantajlarından faydalanmak amacıyla, İslamiyet'i kabuledenler oldu.

      Bulgaristan, Osmanlı İmparatorluğu'nuniçinde, Rumeli Eyaleti'nin önemli bir bölümü olarak yer aldı. Klasik dönemdeBulgaristan'ı, Sofya, Silistre, Vidin, Köstendil, Niğbolu, Vize ve Çirmen sancaklarınaayrılmış olarak görüyoruz. Bu dönemde Bulgaristan'ın önemli yerleşim birimleri şuşekildedir.Ahyolu, Akçakızanlık, Çırpan, Eskizagra, Filibe, Hırsova, Karinabad, Niğbolu,Pravadi Razgrad, Ruskasrı, Silistre, Şumnu, Tırnova, Varna, Yenizagra.
Bulgaristan, XVII. Yüzyıldan itibaren çeşitli idari birimlere bölündü. HattaSilistre ve Niğbolu, Rumeli Eyaleti'nden ayrılarak, yeni kurulan Özi Eyaleti'ne bağlandı.
Türk İdaresi ile birlikte Rumeli'ye çeşitli tarım ürünleri de geldi. Bakır, Kurşun,Altın, Demir ve özellikle de Gümüş gibi madenlerin işletilmesinde önemli artışlargörüldü. Osmanlı ordusunun savaş hazırlıkları için yapılan geniş ölçüdekisatın almalar, bölge ürünlerinin değerlendirilmesi açısından olumlu etkiler yaptı.

      Diğer taraftan saray, köprü,han, kervansaray, imaret, çeşme, su kemeri, sebil, cami, mescid, tekke, mektep, medrese,hamam, kaplıca, ılıca, bedesten, çarşı, dershane, hastahane, kütüphane ve saatkulesi olarak, Bulgaristan'da yapılan eserlerin sayısı, 3.500 civarındadır. Bueserler, yalnız Türklerin değil, gayri müslümlerin ihtiyaçlarına yönelik sosyalkurumlar olarak da hizmet verdi. Dini eserler bir tarafa bırakılacak olsa bile,Bulgaristan'da 273 mektep, 142 medrese, 116 han, 113 hamam, 24 köprü, 75 çeşme ve 16kervansaray yapıldığını görüyoruz.

      Osmanlı Devleti, XVIII. Yüzyılboyunca, Rusya ve Avusturya ile iki cepheli olarak çeşitli savaşlar yapmak zorunda kaldı.Bulgaristan, büyük ölçüde bu savaşlara sahne oldu. Diğer taraftan FenerPatrikhanesi'nin Bulgarları asimile etmek isteyen politikası ve yere yöneticilerin çeşitliyolsuzlukları Rumeli gibi, Bulgaristan'ı da olumsuz yönde etkiledi. Bunların sonucundamerkezi otoritenin etkisini kaybetmesi üzerine, Osmanlı idaresi ile sağlanan huzur yavaşyavaş kaybolmaya başladı. 1774 Küçük Kaynarca Andlaşması'ndan sonra Bulgaristan,diğer bir adlandırma ile "Tuna Boyu" Osmanlı Dünyası'nın Avrupa serhaddinimeydana getirdi. Artık Bulgaristan Rus orduları tarafından bir geçiş güzergahıhaline gelecektir.

Bulgaristan'da Türk Varlığı

       Osmanlı gazilerinin Gelibolu yarımadasına çıkmalarıylabaşlayan Şark Meselesi önce Türklere karşı Avrupa topraklarını nasıl koruyabilmekve 1683 Viyana bozgununndan sonra Türkleri Avrupa topraklarından nasıl atabilmeksorularına cevap aramak endişesiyle yaratılmıştı. Bu süre içinde, Türkdinamizminden ürken Hristiyan dünyası Türkün çirkin bir görünümünü yaratmakistemiş, gerek edebiyat ve gerekse sanatında bu konuyu özellikle işlemişlerdi. XVIII.yüzyılın sonuna doğru yaklaşıldığında bünyesinde ekonomik, kültürel veteknolojik değişmeyi geliştirerek güçlü ülkeler arasına katılan Rusya, Fransa veİngiltere ile birlikte karşısında ortak bir sorun bulmuştu: Gerilemekte olan Osmanlıİmparatorluğu'nun geleceği. XIX. Yüzyılla birlikte sorun Türk'ü Avrupa topraklarındanatmaktı. ancak bununla yetinilmezdi. Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda 31 Ekim1918'den sonra 21 ay 11 gün boyunca uzun süren pazarlıklar Türkiye'nin paylaşılmasınıgündeme getiriyordu. Ancak, Türkün şanlı istiklal mücadelesi buna imkân vermedi. ŞarkMeselesini halletmek üzere olduklarını düşünenler, genç ve kuvvetli TürkiyeCumhuriyeti'yle karşılaştılar.

       Fuad Köprülü'den bu yana artık kuruluş şartlarıpek iyi bilinen ve bir yandan eski Türk geleneğine, diğer yandan da İslâmî esaslaradayanan Osmanlı devletinin gelişme yönü, sürekli Batıya doğru olmuştur. 1345'e doğrukendisi gibi bir gazi beylik olan Karesioğullarının ilhâkı, Osmanlılara Edremid Körfeziile Kapıdağı arasındaki bölgeyi kazandırarak, onları Avrupa toprakları karşısınagetirdi. Karesi gazileri, bu önemli uç bölgesine atanan Orhan Bey'in enerjik oğlu Süleyman'ıRumeli'de fütuhata teşvik ettiler. 1346'dan 1352'ye kadar geçen süre içinde Osmanlılar,Aydınoğlu Gazi Umur Bey de haçlılarla uğraştığı için bu bölgede gazayı yürütentek kuvvet olarak Balkanlardaki Bizans'ın durumundan yararlandılar ve 1352'de adım attıklarıRumeli'de sürekli ilerlediler.

       Bu ilerlemede Osmanlılarınhemen bir uç oluşturarak orayı yeni bir hayat ve faaliyet alanı olarakbelirlemelerinin büyük rolü olmuştur. Kronolojiyi kısaca hatırlarsak, 1357'de SüleymanPaşa'nın ölümü üzerine Şehzâde Murad'ın lalası Şahin ile birlikte bu bölgeyegelmesi 1361'de Edirne'nin fethi, Kuzeye doğru fütuhatı ilerletmek için oluşturulan uçkollarının faaliyetini hızlandırdı. 1366'da artık Rumeli'de yeterince kalabalıklaşmışlarve sağlam bir şekilde tutunmuşlardı. Bu göç hareketi fetihleri adeta zorlamaktaydı.XV. yüzyıl ortalarına ait paşa sancakları nüfus tahrir defterleri bu bölgelerde nüfusun% 80-90'a varan büyük çoğunluğunun daha o zamanlarda Müslüman Türklerden ibaretolduğunu göstermektedir. Bu deliller, Gregoras ve Dukas gibi Bizans kaynaklarının,"Türklerin kitle halinde yerleşmek üzere geldikleri" hakkındaki ifadelerininmübalağalı olmadıklarını göstermektedir. Esasen Osmanlılar bunun için Selçuklulartarafından da geniş ölçüde kullanılmış, eski bir kolonizasyon usulü olan ve sürgündenilen yöntemden yararlanarak Türkmen gruplarını özellikle istila yolları üzerindeve uçlarda yerleştirmişlerdi. Diğer taraftan XV. yüzyıla ait vakıflar ve tahrirdefterleri, çiftçi halkın da geniş ölçüde kolonizasyon yaptığı ve yüzlerce köyünkurulduğuna tanıklık etmektedirler.

        Gelen MüslümanTürklerin genellikle Hristiyan köyleere karışmayarak müstakil köyler kurdukları görülmektedir.Fetihlerinilerlemesiyle uçlarda yeni sınırlara ulaşılmakta ve yeni ilerleme kolları düzenlenmekteydi.Edirne'nin fethinden sonra sol kolda Evranos Gazi komutasında İpsala, Gümülcine,Serez, Selanik yönünde ilerlenirken orta koldaki uç beyi idaresinde Edirne merkezolarak Filibe, Sofya yönünde; sağ kolda da Zağra, Karinabad, Dobruca, Silistre'ye doğruhedefler belirlenmişti. Uçların bu taksim şekli, eski Türk geleneğine bağlı olupileride Rumeli'deki sancaklar sağ, sol ve orta kol sancakları olarak üçe ayrılacaktır.

       I. Murad'ın saltanatıdöneminde bu ilk üç istikametteki Balkanların başlıca yolları ve merkezleri, Osmanlılartarafından ele geçirilmiş bulunuyordu. Orta kolda Meriç vadisi, sağ kolda Tuncavadisi izlenerek Balkan dağları eteklerine daha 1366 yılında varılmıştı. OradanSofya'ya, 1385'lerde ulaşıldı. 1386'da Niş zaptolundu. Fetihler sürüp gitti. Osmanlılarbirbirleriyle rakip olmaları yüzünden müttefik bulmada zorluk çekmediler. Mesela1365-66'da Bulgaristan'ın kuzeyinden Macarlar ve Eflak Beyi tarafından istilaya uğraması,Bulgar Kralı Şişman'ı Osmanlılara tâbi hâle getirmişti.Diğer taraftan OsmanlılarBalkan anarşisi içinde birleştirici dinamik bir kuvvet olarak meydana çıktıktıklarızaman Bizans ve Balkanlar yalnız siyasî bakımdan değil, sosyal ve dinî bakımdan daderin bir ayrılık içindeydi. Merkezî otoritenin yokluğu, iç harpler, eyaletlerdesenyörlerin toprak ve köylü üzerinde çok sıkı ve keyfî tasarruf ve tahakkümününyerleşmesi sonucunu vermişti. Toprağa bağlı köylü, senyöre mahsul vergisinden başkabir takım angarya hizmetler de yapmak zorundaydı. Odun ve saman temini, öküzlerle senyöriçin haftada iki veya üç gün hizmet, bunların en yaygın ağırlarıydı.

       Çiftçinin toprağındankaçması ve senyörler arasında köylüyü kendi toprağına çekmek için rekabet ve mücadele,bu kötü şartların doğurduğu bir sonuç idi. Osmanlı yönetimi gelince, şuprensipleri tatbik ederek Balkanlarda adeta sosyal bir inkılabın temsilcisi oldu. Önceliklebütün tarım toprakları üzerinde devletin yüksek mülkiyet haklarını tesis ettiler,başka bir deyişle toprağı sıkı şekilde devlet kontrolü altına aldılar. Mahallîsenyöriyal hakları ilga ettiler ve mahallî senyörlükleri kaldırdılar. Bunun doğalbir sonucu olarak senyörlerin ve manastırların köylü üzerindeki angarya veimtiyazlarını lağvettiler. Mesela odun, saman, taşıma, senyörün toprağında çalışmaangaryaları karşılığında 22 akça çift resmi denilen bir vergi koydular. Feodalhizmetlerin suistimallere açık uygulamalarına karşı, bu kolay ödenebilir vergi, başlıbaşına bir inkılap olmuştur.

Naldöken Türkmenleri

       Bunlar, Türkmen gruplarının en önemlilerindendir.Özellikle şimdiki Bulgaristan'da hemen her yerde rastlanan Naldöken Türkmenleri, XVII.yüzyıl başlarına kadar teşkilatını ve bütünlüğünü korumuş, hatta sayılarısürekli olarak artmıştır. Mesela 1543'te yalnız 196 ocak mevcut iken altmış senesonra, 1603'te 243 ocak olmuş ve tahrir edilenlerin toplamı 8.763 kişiye yükselmiştir.Defterlere kaydedilmeyenle, herhangi bir sebeple, bu teşkilatlattan ayrılmış olanlarıda hesaba katmak şartıyla Naldöken Türkmenlerinin kadın, erkek bütün nüfusunu bu sıradayaklaşık olarak 50.000 kabul etmek mümkündür.

       Bunların en fazla bulunduğu yerleride belgelerden belirleyebiliyoruz. Mesele, Eskihisar-Zağra'da 66 ocak, Filibe'de 46 ocak,Tatarpazarcık'ta 19 ocak Türkmen kaydedilmiş durumdadır. Bunların yanında İhtiman,İzladi, Tatarpazarı, Çirmen, Yanbolu, Şumnu, Varna, Pravadi, Hirsova, Tekfurgölü,Silistre, Aydos, Çernova, Tırnova, Niğbolu, Hasköy, Çırpan, Kazanlık'taki NaldökenTürkmenleri dikkate değer görülenlerdir.

 

Tanrıdağı Türkmenleri

       Sayıları ve Rumeli'de yayıldıkları alanın genişliğiile bu alanların nüfus ve kolonizasyon hareketlerinde çok büyük ve enemmiyetli birrol oynamışlardır. Bu grup Naldökenlere nazaran daha kalabalık olduğu gibi Rumeli'dedaha geniş bir alana yayılmışlardır. Edirne, Kırkkilise, Bender, Akkerman gibi birkaç yer dışında, Naldökenlerin bulunduğu her yerde mevcut olduktan başka Rusçuk, Tırnova,Razgrad, Niğbolu gibi Kuzey Bulgaristan'da yoğun olarak Batı Trakya'da fazla sayıdaKavala, Drama, Demirhisar gibi kısmen Makedonya'da yerleşmişlerdir.

       1591 yılı defterlerinde toplamolarak 3.000 ocak kaydedilmişlerdir. 1584-1591 yıllarında Tanrıdağı Türkmenlerinineşkinci ve yamakları toplamı, yani askerî ve malî yükümlülük altında bulunanlarınsayısı 16.835'tir. Bu miktar Naldöken Türkmenleri mevcudunun en fazla bulunduğuadedin yaklaşık iki mislidir. Kayıtlı olmayan serbest haymeneleri de hesaba katmak şartıylabu grubun genel nüfusunun XVI. yüzyıl sonunda XVII. yüzyıl başında yaklaşık100.000 kişi olduğunu kabul etmek herhalde yanlış olmayacaktır.

 

Ofçabolu Türkmenleri

       Ofçabolu, bilindiği üzere Üsküp ile İştip arasıbölgeye verilen addır. Buranın adıyla anılan Türkmenler, imparatorun eski Kosova veManastır vilayetlerinde dört mahalde yoğun olarak ve Bulgaristan ve Dobruca'da değişikyerlerde görülmektedir.
Vize Türkmenleri

       Bu gruplar, Dimetoka ve Hasköy dışında Rumeli'ninçeşitli yerlerinde ve Bulgaristan'da görülmektedir. Sayıca, daha öncezikrettiklerimizden azdırlar. Türkmenlerden başka bir de Tatarlar vardır ki, aynıhukukî statü içinde ve aynı mâlî yükümlülük altında Türkmenlerle birlikte veonların yazılı bulundukları defterlerde tahrir edilmiş, bunlardan her grup, yakınlığınagöre bir Türkmen subaşısına tabi kılınmış ve onun zeameti arasında anılmıştır.Bunlara da Bulgaristan'ın ve diğer Balkan topraklarının çeşitli yerlerinderastlanmaktadır.
Kocacık Türkmenleri

       Kısmen Naldöken ve Tanrıdağı Türkmenlerininbulunduğu Doğu Trakya, Bulgaristan ve Doğu Rumeli'nin doğu tarafları, bütün Dobrucave Bender, Akkirman mıntıkalarında yaşayan Kocacık Türkmenleri, oldukça ehemmiyetlibir grup teşkil etmişlerdi.

       Türkiye Cumhuriyeti Tapu Kadastro Genel Müdürlüğüve Türkiye Cumhuriyet Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinde mevcut Anadolu ve Rumeli'yeait tahrir defterlerinde yaptığımız ve toplam nüfusu belirleme çalışmalarımızınsonucu, tahminlerimize göre bu saydığımız Türkmen gruplarının asgari 500.000 dolayındaolduklarını göstermektedir. Tarihî demografi ile uğraşanların yakından bilecekleriüzere, defterlere kayıtlı yükümlülerin sayısı, çoğu kez gerçeği en alt düzeydegöstermektedirler. Çeşitli nedenlerle defter dışında kalanların sayısı bazen çokbüyük sayılara ulaşmaktadır.

       Defter dışıkalanların sayıca pek fazla olmayacağı düşünülse bile, Türkmen gruplarınınsadece Bulgaristan toplam nüfusu içinde küçümsenmeyecek bir oranda olduğu kendiliğindenanlaşılır. Oysa Balkanların demografik yapısı içinde yalnızca Türkmenlerbulunmaktadır. Tahrir defterleri, şehirlerin, köylerin de büyük ölçüde Türk-Müslümannüfusu barındırdığını göstermektedir.2. Balkanlarda Türk-Müslüman nüfusununyerleşmesinde gözlenen ikinci olgu, şehirlerin yeni yapılar etrafında oluşan Müslümanmahaleler yoluyla yeniden iskânı ve tekke ve zaviyelerin nüfus çeken odaklar olarakbelirmesidir. Bu olgunun delilleri olabilecek örnekleri, Bulgaristan tahrir defterlerindegörebiliriz.

Osmanlı Yönetimindeki Bulgarların Kültürel Faaliyetleri

       Osmanlı egemenliği altına girdikten sonra Bulgarhalkının kültürel ilerlemesi durmadı. Ancak, karakterinde, biçimlerinde ve ideolojikiçeriğinde değişiklikler oldu, şöyle ki kültürel hareketler tamamıyla halka dönükve demokratik hale geldi. Artık politik gücün birleşmesine ve yok edilmiş bulunanBulgar feodal sınıfının sınıf üstünlüğüne hizmet etmiyordu. Osmanlı egemenliğialtında geçen yüzyıllar içerisinde Bulgar Kültürünün ana merkezleri manastırlardı.Bulgaristan'da yaklaşık 150 manastır vardı, bunların pek çoğu XV. Yüzyılınsonunda ve XVI. Yüzyılda yeniden inşa edildiler. Bunların en ünlüleri Rila, Baçkovo,Poğanovo, Slepçon, Etropole, Çerepiş, Kuklen ve diğerleri idi. Mt. Athos'dakiHilendar ve Zograf manastırları, Osmanlı egemenliği altındaki Bulgar Kültürel hayatındaözellikle önemli bir rol oylamışlardır.

       Büyük manastırların pek çok kasaba ve köylerdeşubeleri vardı, buralara dinsel hizmetleri ve dinsel törenleri yerine getirmek ve bağıştoplamak için papazlar gönderilmişti. Manastırlarda ve şubelerinde papazların, keşişlerin,yazıcıların, ağaç oymacılarının, ressamların ve diğer meslek dallarındaki kişilerinyetiştirilmesi amacıyla okullar açılmıştı. Manastırlar Rus Ortodoks Kilisesi ilebağlarını sürdürüyorlardı. Bunun Bulgar Kültürünün gelişmesi konusunda yararlıbir etkisi vardı. Rahip sınıfından olmayan kişilerce de zanaatkar yetiştirmek amacıylaözel okullar açılmıştı. Bu kişiler işlerini terk etmeksizin çocuklara,gelecekteki işleri ve toplumsal aktiviteleri doğrultusunda okuma, yazma ve matematiköğretirlerdi. Bu okullardaki temel eğitim kaynağı kilise ve dinsel kitaplardı.

       Yabancı egemenliğialtında yaşanan yüzyıllar süresince, Bulgar ulusal özelliklerinin canlı kalmasınınönemli bir nedeni, ta Orta çağdan beri devam etmekte olan edebi geleneklerin korunmuşolmasıdır. Bu arada Osmanlı idaresinin, bütün öbür tebaasının olduğu gibi,Bulgarların din, dil görenek, gelenek gibi kültür unsurlarına hiçbir şekilde müdahaleetmemesinin, onların bir millet olarak devamını sağlamış olduğunu da unutmamak lazımdır.Manastırlar aynı zamanda, ayin ve dua kitaplarının Bulgarca yazıldığı ve Hıristiyandini ve kuralları konusunda yazılmış ders notu koleksiyonlarının derlendiğiyerlerdi. Bu eserlerin yazarları genellikle kilise mensupları idi, ama bunların arasındakiliseden olmayanlar da vardı. Zaman geçtikçe, yazarların sayısı, Bulgar şehir nüfusununbüyümesine paralel olarak arttı. Belli başlı yazarlar arasında Gramer UzmanıVladislav, Peder Peyo, Matey Lambadori ve diğerleri vardı. Gregori Tsamblak, KonstantinKosteneşki ve diğer bazı yazarlar Bulgaristan dışında çalışoyorlardı. Bulgarcabasılan ilk kitap, XVI. Yüzyılın en başında Romen şehri Tırgovişte'de yayımlandı.Daha sonra Venedik'te de Bulgarca kitaplar basıldı.

 

Ulusal Bilinçlenme

       XVIII. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunun bir parçasıolan Bulgar toprakları, basit maların üretiminde süratli bir gelişmenin yanı sıra,dağınık ve merkezileşmiş üreticiler ve çiftçilerdeki parayla tutulmuş işçilerşeklinde, kısıtlı bir ölçüde kapitalist bir üretim modeline sahne oldu. Ülke içiticaret ve dış dünya ile ticari ilişkiler yoğunlaştı. Yaklaşık 30 yıl süresinceOsmanlı İmparatorluğu ile Avrupa rakipleri arasında barış hüküm sürdü ve bu daOsmanlı İmparatorluğu'nun Balkanlar'da sahip olduğu ülkelerin ekonomik gelişmelerinikolaylaştırdı. 17. yüzyılın sonundaki Avusturya-Osmanlı Savaşı sırasında, pekçok Bulgar Batıya, Macaristan'a, Slovakya'ya, Transilvanya'ya ve Habsburg Hanedanı'nınyönetimi altında bulunan diğer ülkelere kaçtılar. Oralarda kendi ülkeleri ileticaret yaptılar.

      Yine XVIII. Yüzyılda, Sofya, Vidin, Tırnovo, Şumen,Provadia, Plovdiv, Stara, Zagora (Eski Zağra), Manastır, Üsküp vb. gibi şehirlerdekiBulgar nüfusu önemli ölçüde artarken, pek çok yeni zanaatkarın yetiştiği ticarîmerkezler olan Gabrovo, Kotel, Tryavna, Teteven, Koprivştitsa, Panagyürişte, Kızanlık,Kalofer, Karlovo, Sopot, Samokov, Dupnitsa, Gorna Djumaya (Cuma-i Bala), Nevrokop,Pirlepe, İştip ve pek çok diğer şehirde süratli bir gelişme kaydedildi. Zanaat veticaretle uğraşan Bulgarların sayısı arttı ve bunlar ekonomik ve toplumsal yaşam içerisindeyerlerini aldılar.

       Toplumsal üretim tarımıda içine alacak şekilde genişledi. Tarımsal üretimin düzenli bir şekilde artan birbölümü satış için ayrıldı. Bu da tarımsal ilişkilerde değişmeler yol açtı.Askerî-feodal tarımsal üretim modeli yerini, rençberlerin toprak sahibi olma hakkındanyoksun bırakıldığı ve ücret ödenmeyen ortakçı durumuna getirildiği çiftliklersistemine bıraktı. Çiftlikler, ürünlerin pazarda kolaylıkla satılabileceğilimanlara ve önemli kentlere yakın, verimli arazilerde kurulan ve büyük çapta mal üretenarazilerdi.

       Mal üretimindeki gelişmeaynı zamanda iç ve dış ticaretin gelişmesine de yol açtı. Sınaî ve tarımsal üründeğişiminde aracı rolü oynayan önemli sayıda küçük ve büyük Bulgar tüccarlarıköy ve kasabalara geldiler. Bazı Bulgarlar da devlet vergilerinin toplanmasındatahsildar, büyük kentlere ve orduya kesimlik hayvan temininde ve Türkiye'nin diğer ülkelerleolan ticaretinde aracı olarak çalıştılar. XVIII. Yüzyıl sırasında Bulgartopraklarında basit mal üretimi ve ortaya çıkan kapitalizme dayanarak yeni bir sosyalsınıf, Bulgar burjuvazisi biçimlenmeye başladı. Bu sınıfın büyük çoğunluğu küçükzanaatkarlar ve tüccarlardı. Bunlardan daha iyi durumda olanlar ise büyük tüccarlarve tefecilerdi. Bunların Yunan tüccarları ve tefeci burjuvazisi ile ilişkisi oluponlara ve İstanbul Patrikliğine bağımlı idiler.

      Bu nedenledir ki Yunanlıgibi davranırlar ve Yunanlı kabul edilmek hoşlarına giderdi.
Mal üretiminin gelişmesi ve kapitalizmin ortaya çıkışı, Osmanlı İmparatorluğu'ndakiaskerî, idarî sistemin kurumlarını zayıflattı ve bunun sonucu olarak, XVIII. Yüzyılınsonlarında, sistem büyük bir krizin içine düştü. İmparatorluğun, daha önceki güçve görkemi giderek azaldı ve parçalandı. Aynı zamanda kapitalizmin belirmesi sonucuyeni sosyal güçlerin ortaya çıktığı Balkan halkı ve Osmanlı yönetimi altındakidiğer Balkan Milletleri ulusal uyanış ve kalkınma dönemine girdiler.

 

Milli Bağımsızlık İdeolojisinin Doğuşu

       Bulgarların Milli Uyanış dönemine girmelerininnedenleri, XVIII. Yüzyılda ekonomik ve sosyal yaşamda olan değişikliklerde ve özellikleyeni bir sosyal sınıf olan burjuvazinin ortaya çıkışında aranmalıdır. Uyanış dönemi,Bulgaristan'da, kapitalizmin ortaya çıkış ve eski sistemin çöküş dönemi ve aynızamanda Bulgar ulusunun formasyonu ve ulusal özgürlük için çaba dönemi oldu. Uyanış,Bulgar ulusal özgürlük ideolojisinin olgunluğa ulaştığı dönemdir.

       Bulgar halkının ulusal kalkınmasıkonusunda ilk bilinçli kavgacı ve milli bağımsızlık ideolojisinin kurucusuHilendar'lı Paisiy idi. Halk için çalışmayı seven zanaatkar ve tüccarların yerleşmemerkezi olan Bansko'da doğup büyüyen Paissiy, dönemin değişmekte ve Bulgaristan'dayeni bir sosyal sınıfın bilinçlenmekte olduğunu daha çocukluğunda hissedebilmişti.Bansko tüccarları Mesta ve Struma nehirleri vasıtasıyla halka çeşitli malargetiriyorlardı. Aynı zamanda Ege sahillerindeki üreticilerden pamuk getirip bunuAvusturya ve Bohemya'daki tekstil üreticilerine satan büyük ve girişimci tüccarlar davardı. Sonraları, Zograf ve Hilendar manastırları keşişleri olarak ve dinsel amaçlaseyahat eden grupların lideri sıfatıyla çalışan Paisiy, halkının özlemlerini veonların varlığını tehdit eden tehlikeleri hissetti. Voyvodina'da Sremski Karlovtsi'yegitti ve orada, Bulgarların da dahil olduğu Slav'ların tarihi konusunda kitaplar okudu.Bu onu büyük, yurtsever, kahramanca girişimine zorladı.

      Paisiy, 1762'de Bulgar halkınıngelişiminde yeni bir çağın öncüsü olan, ünlü "Slav-Bulgar Tarihi" kitabınıtamamladı. Bu kitapta, Bulgaristan'ın bağımsız bir devlet olduğu zamanlardaki görkemligeçmişinin ulusal onurunu dile getiriyordu. Aynı zamanda Osmanlı fatihlerinin ve İstanbulPatrikliği'nin egemenliği altındaki halkının o günkü durumunu ortaya koyuyordu.Paisiy'e göre, siyasi özgürlükten ve kilise bağımsızlığından yoksun ve büyükHelen burjuvazisi tarafından yüzüstü bırakılmış Bulgar halkı, bağımsız ırkîvarlıklarının yok edilmesi tehdidi ile karşı karşıya idi. Bu gerçek, Paisiy'inkendi kökenlerini ve ana dillerini unutanlara ve kendilerine Bulgar demekten utananlarakarşı sesini güçlü bir biçimde duyurmasına neden oldu. "Oh mantıksız veaptal insanlar, niçin Bulgar olmaktan utanıyorsunuz ve niçin kendi öz dilinizi okuyupkonuşmuyorsunuz?" diye soruyor ve bunun yanıtını da veriyordu. Bu, mantıksızlıktı,anlamsızdı, çünkü Bulgarlar görkemli bir geçmişe sahiptiler ve Avrupa'nın devletotoritesine ve kendi kültürüne sahip en eski uluslarından biri idiler. Paisiy'nin,Bulgar kökenli olmaktan utanan insanlara böyle seslenişi, kendi Bulgar milliyetinikorumaktaki çabasının bir anlatımı idi. Bu nedenledir ki "Slav-BulgarTarihi" kitabında, ilk ulusal özgürlük programının yani, milli uyanış, bağımsızbir Bulgar Kilisesi ve Politik özgürlüğe ulaşmanın hedeflerini açıkladı.

       Hilendar'lıPaisiy'nin fikirlerinin kitleler üzerinde çok güçlü bir etkisi oldu.
Paisiy'nin tarihi Bulgaristan'ın her yerinde çok sayıda çoğaltıldı ve geniş ölçüdeokundu. Kitaba Paisiy'nin yandaşları tarafından bazı eklemeler yapıldı veyurtseverlik ve milli bağımsızlık kavgasının esin kaynağı olarak tanıtıldı veyayıldı. Kitabın bu güne dek kalmış 60 kopyası ve düzeltilmiş baskıları yapıldı.Tarih'i çoğaltanlar arasında en önemli kişi ve Paisiy'nin bu işe en çok kendiniadamış yandaşı, Kotel'li bir papaz olan ve daha sonraları Vratsa piskoposluğunagetirilen Sofronius idi. Bulgar tarihinde, Ulusal Kalkınmanın başlangıç dönemlerinde,en önemli olayların merkezinde rol almış, özellikle ulusal-özgürleşme amacınaRusya'nın desteğini sağlamak için girişilen hareketi düzenlemişti.

       Bulgarların Millîuyanış hareketi XVIII. Yüzyılın sonlarında ve XIX. Yüzyılın başlarında Osmanlıİmparatorluğu'ndaki kargaşalıklar yüzünden gecikti. Bu kargaşalıklar, askerî idarîsistemin bölünmesini ve buna karşılık merkezî hükümetin, imparatorlukta politik veaskerî reformlar yapma çabalarını birlikte getirdi. Reforma yeniçeriler ve bazı bağımsızlıkyanlısı yerel yöneticiler karşı çıktılar. Barış içinde yaşayan Hıristiyan veMüslüman halkı yaklaşık 20 yıldır yağma ve talanlarıyla huzursuz eden, silahlı eşkiyalarıngöçebe kolları bu durumdan yararlanıp her yeri ateşe verdiler ve kılıçtan geçirdiler.Bunlara karşı mücadelede Bulgarlar da rol aldı. Silahlanmalarına ve kendilerinikorumak için yerleşme merkezlerinin çevresine istihkam duvarları inşa etmelerine izinverildi. Bu da kendilerine olan güvenlerini artırdı ve savaşma ilhamı verdi.

      Asi yerel yöneticilerindirenişi kırıldıktan, yeniçeriler ve silahlı eşkıya yok edildikten sonra,huzursuzluk sona erdi. Buna XIX. Yüzyılın 20'li yıllarında ulaşıldı ve merkezî hükümetIII. Selim'in tasarladığı, ancak yapmayı başaramadığı reformları gerçekleştirmeyeve politik üst yapıyı, değişen sosyo-ekonomik koşullara göre ayarlamaya kararverdi. Askerî hizmetlerine karşılık sipahilere toprak verme sistemi 1832 ve 1834 yıllarıarasında kaldırıldı. Tarımda çiftçilik modelinin gelişmesi ve pek çok sipahieyaletinin sivil idareye, Müslüman tüccarlara ve tefecilere geçmesi ile sayılarıazalmış olan sipahilerin, köylüleri idare etme ve feodal kirayı onlardan alma haklarıelerinden alındı. Bunun yerine, devlete destek olacakları kabul edildi. Sipahi süvarilerive yeniçeri piyadeleri dağıldılar ve bunun yerine, batı modeline göre düzenlenen,silahlandırılan ve eğitilen yeni bir ordu aldı.

Batı ve Kuzey-Batı Bulgaristan'da Köylülerin Ayaklanması

       Kültürel aydınlanma hareketi yayılıp bağımsızkilise mücadelesi devam ederken köylü yığınlarının ayaklanmaları BatıBulgaristan'ı sarstı. İlk ayaklanma 1835'te Pirot'ta patlak verdi, bunu 1841'de Niş bölgesindeçıkan ayaklanma izledi ve ayaklanmalar Bulgarlar ve Sırpların oturduğu bölgelere doğruyayıldı. Ancak çok geçmeden bastırıldı.En büyük ayaklanma 1850'de patlak verdi.Vidin, Kula, Lom ve Belogradcik kasabalarının çevresindeki köylere yayıldı.10,000'den fazla isyancı Belogradcik kalesini çevirdiler, ancak ateşli silahları olmadığındankaleyi zaptetmeyi başaramadılar ve düzenli Osmanlı orduları karşısında dayanamadılar.

       Köylülerin ayaklanmaları,Sipahilerin keyfi davranışlarına karşı idi. Askeri toprak mülkiyeti sistemindenvazgeçilmiş olunmasına karşın sipahiler köylüler üzerindeki güç ve baskılarınısürdürüyorlardı. Devletin almakta olduğu vergi, resim ve harçlara ek olarakkendileri için tamamıyla yasa dışı toprak kirası topluyorlardı. Sipahiler aynızamanda köylülerin özel ve toplu kullanıma ait topraklarını çiftlikleri dönüştürüpdilediklerince kullanıyorlardı.

       Ayaklanmalar,

Milli Uyanış Hareketi ve İsyanlar

       XIX. yüzyılın ilk yarısında Bulgar Milli uyanışhareketinden sonra dini amaçlar dışında pek çok okul kuruldu ve İstanbul Patrikliğindenayrılıp bağımsızlığa kavuşmak amacıyla bir mücadele başladı. Bulgar topraklarında,halktaki ulusal duyguları uyandırma ve bir Bulgar ulusunu oluşturma çalışmalarıdevam etti. Osmanlı İmparatorluğu Kırım Savaşını (1853-1856) kazanmış olmasınakarşın bu savaş onun için olumsuz sonuçlar doğurmuştu. Savaş eski sistemin değişmesinihızlandırmış ve bunun neticesinde imparatorluk içindeki değişik sınır ve uluslararasındaki anlaşmazlıkları kızıştırmıştı. Aynı zamanda batı kapitalizmininimparatorluk ekonomisine sızmasını kolaylaştırmış ve böylelikle imparatorluğu,yavaş yavaş ekonomik ve politik olarak bağımlı bir ülke haline getirmişti.

       Milli bilinçlerini kazanan Bulgarlar,özellikle Rusya'nın desteğiyle 1855'ten başlayarak önemli isyan ve komitefaaliyetlerine giriştiler. Bu komitelerin amacı Sırp beyliği gibi bir Bulgar beyliğikurmaktı. 1835'de Rus subayı üniforması taşıyan Georgi Mamarçev'in yönetiminde Tırnovo'dabir isyan hareketi görüldü ve bastırıldı. 1841'de Niş ve çevresinde Sırbistan'dangelen komitecilerin tahrikiyle oldukça önemli bir ayaklanma oldu. Bu da yatıştırıldı.Aynı zamanda Eflak'da İbrail'de Tuna'yı geçmek isteyen bazı çeteler yok edildi.1850'de Sırbistan'dan gelen komiteciler, Vidin bölgesinde 10 bin köylünün katıldığıbüyük bir ayaklanma çıkarmaya çalıştılarsa da başarıya ulaşamadılar. KırımSavaşı (1854-1856) sırasında iki bin kişilik bir Bulgar gönüllü kıtası Rusordusuna katıldı. 1856'da Tırnovo'da yeni bir isyan hareketi görüldü. Osmanlı hükümetikomiteci faaliyetlerine karşı Bulgaristan da yönetimi düzeltecek bazı önlemler aldı.

       Bulgar çorbacılarınıteşkilatlandıran ve onlara bazı yetkiler veren bir "Çorbacı Nizamnamesi"yaptı. Bir ayaklanma bölgesi halini alan Vidin-Niş bölgesinde, köy ağaları karşısındaköylünün durumunu düzeltecek kanunlar çıkardı. İl meclislerine Bulgarların da katılmalarınısağladı. Ancak komitecilerin girişimi gittikçe genişledi. Bükreş'te "BulgarMerkezi İhtilal Komitesi" kuruldu. Bulgaristan halkını Osmanlı Devleti aleyhindekışkırtmak ve haydutluk ederek mal, eşya, para elde etmek ve çeşitli uygunsuzhareketlerde bulunmak amacıyla kurulan bu cemiyetin bir kolundan olan Filip Totü adlıkişinin Ziştovi'de ayrı bir cemiyet kurarak eşkıyalığa başlaması üzerine,bunlardan yakalananlardan ikisinin müebbet hapsine, sekiz kişinin, onbeş yıl, onsekizkişinin onar yıl kürek ve diğer bir şahsın da Kıbrıs'ta üç yıl kalabentliğinekarar verildi. Başkanları Lüben Karavelov'du. Komitede, bütün Bulgaristan'dakiihtilal komitelerinden oluşan bir şebeke meydana getirerek genel bir ayaklanmaya kararverdi .

       Türkiye'nin savaştakimüttefikleri Britanya ve Fransa'nın önerisi üzerine, 1856'da Babıali, halkındurumunu ve devlet organizasyonunu geliştirecek yeni reformlar vaat eden Islahat Fermanınıyayımladı. Ancak Türkiye'de savaştan sonra da keyfi idare devam ediyor ve halkındurumu gitgide bozuluyordu. 30'lu ve 40'lı yıllarda gelişen ve büyüyen zanaat veticaret Batı Avrupa'da üretilen malların rekabeti ile karşılaştı ve gerilemeye başladı.Organizasyon, yeni silah ve teçhizat temini, bunun yanı sıra bürokratik üstünlüğünkorunması için, devletin çok büyük kaynaklara gereksinimi vardı ve bu paravergilerin yükseltilmesi ve yabancı kredilerle sağlanıyordu. Köylüler, yerel yöneticilerve hükümet görevlilerinin acımasızlıklarından ıstırap çekmekteydiler. Çok büyükmiktarlarda besin maddesi ve tarımsal ham maddeler ülke dışına ihraç edilirken, ülkeninpek çok bölümünde halk temel beslenme maddelerinden yoksundu.

       Zanaattaki gerileme veköylünün giderek artan bir biçimde sömürülmesi küçük üreticiler üzerinde yıkımetkisi yaptı. Kırım savaşının sonucu olarak Bulgar topraklarında, üretim yapamayanve geçinemeyen geniş bir halk kesimi oluştu. Bu da büyük bir iş gücünün Eflak, Boğdan,Besarabya, Ukrayna Sırbistan ve diğer yerlere göç etmesine yol açtı. Aynı zamanda,bunun tam tersine bir olgu da gelişmekteydi; şöyle ki Bulgar tüccarları, tefecileri,müteahhitleri, komisyoncuları ve benzerleri arasında yeni zenginler artmaya başladı.Ancak gerekli yasalar ve düzenin olmaması nedeniyle, bunlar yeni edindikleri varlıklarınıkapitalist üretime yatırmaya isteksizdiler. Bu da, Kırım savaşından sonra dahi,kapitalizmin Bulgar topraklarında çok yavaş ve çok sınırlı bir biçimde gelişmesininnedenini açıklamaktadır. Ülkenin özgürlüğe kavuşmasından önce, ücretli iş gücükullanan sınai girişimlerin sayısı hiçbir zaman 20'yi aşmadı. Buna ek olarak, ücretliişgücü kullanan merkezileşmiş ve ayrı ayrı yaklaşık 200 üretici vardı.Bulgarların sahip olduğu çok az sayıdaki çiftliklerde, toprak, durumları kırsalkesimdeki proleteryaya yakın olan rençperler tarafından işlenmekteydi.

       Kırım Savaşı'ndansonra, Bulgar topraklarının ekonomik gelişiminde beliren bu iki ayrı eğilim, ulusalözgürlük kavgasındaki sosyal güçler arasında bir ayrılık yarattı. Ekonomiketkinliklerinde güvenceden yoksun olmalarına karşın bu büyük burjuvazi, yönetimdekiTürklerle işbirliği yaptı. Reformların gerçekleştirilmesinin Türkiye'yi liberalbir burjuva devletine dönüştüreceğine ve böylelikle devlet politikası içine yavaşyavaş girebileceğine ve gücü paylaşan bir sınıf oluşturabileceğine inanıyorlardı.Büyük burjuvazinin bazı temsilcileri daha da ileri gittiler. Osmanlı İmparatorluğu'nunBalkanlarda sahip olduğu topraklarda bir lider rolü oynayacak yarı bağımsız birBulgar devletinin oluşması imkanını düşünmeye başladılar. Bir başka grup ise, Türkiye'yi,Habsburg İmparatorluğu gibi, ikilik ilkesine dayalı bir ülke yapma fikrine kapıldılar.Bunlar 1866'da kurulan "Erdemli Topluluk" ve "Gizli MerkeziKomite"'nin liderlerinin zihinlerini işgal eden düşüncelerdi.

Bulgar Kilisesinin Bağımsızlık Faaliyetleri

       Bulgar-Rum kilise sorununda (1840-1872) iki önemlikişi ortaya çıkmıştır. Bunlardan bir Neofit Hilendarski Bozveli, diğeri ise İlarionMakariopolski idi. Neofit Hilendarski, 1839 ilkbaharında İstanbul'a geldiğinde artıkRumlaşmış olan İstanbul'daki Bulgar cemaatine etkili bir konuşma yaparak ilk olarakFener Rum Patrikhanesi'ne karşı ayaklanma fikrini ortaya atmış, fakat mücadeleninzaferle sonuçlandığını görmeğe ömrü yetmemiştir. İlarion Makariopolski ise, mücadeleninöncüsü olmuş ve sürgünlere gönderildiği halde gerek ruhban sınıfından, gerekhalktan diğer mücadele arkadaşlarıyla birlikte ülküsünün gerçekleştiğini gördü.

       Bulgarkilisesi özellik taşıyan ayinlerini yapma geleneğine sahip bir kilise olarak mücadeleetti ve hiçbir şekilde bu konuda taviz vermemeğe çalıştı. Ancak kuruluşundanitibaren milli bir kimlik kazanma ülküsü uğrunda çaba gösterdiği halde,Bulgaristan'ın Osmanlı İmparatorluğu'nun egemenliği altına girmesinden ve özellikleİstanbul'un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet'in kendilerine vermiş olduğu ayrıcalıklaradayanan Fener Rum Patrikhanesi bu ayrıcalıkları kötüye kullandı. Patrikhane,"Megalo idea"yı gerçekleştirmek amacıyla sürekli artan bir şekilde Bulgarlığı,Bulgar milliyetçiliğini ve dilini ortadan kaldırmak için çalıştı ve bu çabalarsonucu Bulgar kelimesinin kullanılmasının ayıp olduğunu Bulgarlara bile kabulettirmeyi başardı.

       Neofit Hilendarski RumPatrihanesi'nin entrikaları sonuçunda gittiği Tırnovo, Hilendar, Zograf veDionisiat'daki sürgünlerden 1845 yılı başında dönüşünde beş yıl önceki dönemeoranla şu sebeplerden dolayı gelişmeye uygun bir zemin buldu:


1 -Bulgarların kendilerini baskı altında tutan Fener Rum Patrikhanesi'nin Helenizmpropagandasına rağmen, Fransız ihtilalinin ışığında Avrupa'da "millet"kavramının doğması, Payisiy Hilendarski'nin Bulgarların tarihte büyük ve ayrı irmillet olduklarını yansıtan eserlerinin sonucu uyanmaları;
2 - 1839 Gülhane Hatt-ı Hümayunu ile Osmanlı Devleti'nin yönetimi altında bulunanmilletlere yeni haklar tanınması ve yeni bir Hatt-ı Hümayunla bunları teyid edilmesi;
3 - İstanbul'daki Bulgar kolonisinin gerek fikri, gerek maddi gelişme yönünden büyükadımlar atması
4 - Bulgar isteklerinin Osmanlı ordusunda Sadık Paşa adıyla görev alan PolonyalıMihaliç Çayka Çaykovski'nin desteğini görmesi:
5 - Neofit Hilendarski'nin sürgündeyken tanımış olduğu ve İstanbul'da tekrar karşılaştığı,sonradan Tırnovo Metropoliti ünvanını taşıyan Stoyan Mihailovski ile tekrar İstanbul'dakarşılaşmaları.

       Böyle bir ortam içersindeçalışmaya başlayan Neofit Hilendarski ile Stoyan Mihailovski, Babıali'ye bir şikayetdilekçesi vererek, Fener Rum Patrikhanesi tarafından, kiliselerde ve okullarda ayin veders dili olarak Rumcayı kullanmaya zorlandıklarını ve ayrıca piskoposların açgözlülüğüyüzünden Patrikhane için yerli yersiz para topladığını, bu durumun Bulgarcemaatinin ileri derecede hoşnutsuzluğa sebep olduğunu bildirdiler ve Osmanlı hükümetindenBulgarları korumasını istediler. Bu dilekçenin en önemli noktaları şunlardı:


1) Hangi nedene dayanarak takdir edildiği Bulgarlarca bilinmeyen ve Fener RumPatrikhanesi tarafından toplanan 7,000,000 kuruşluk verginin Bulgar Eparhiyaları tarafındanödenmemesi:
2) Bulgarlarla meskun yerlerde cemaate ana diliyle hitap edecek eğitim sağlayarak Bulgarpiskoposlarının atanması:
3) Eparhiyalardan Piskoposların maaşlarının ve her türlü ayin dışı görevleri sırasındaalacakları ücretlerin tespit edilmesi:
4) Fener -Rum Patrikhanesi'ndeki Sen Sinod Meclisi'nde asil üye olarak 3 BulgarPiskoposun bulunması ve bunların da Bulgar cemaat tarafından seçilip yalnız cemaatinarzusu ile ve Babıali'nin emriyle görevden alınabilmeleri;
5) İstanbul'da Osmanlı hükümeti nezdinde Bulgar Cemaatini temsil eden ve Bulgarcemaatinin isteklerini dile getiren dört Bulgar sivil temsilcisinin bulunması. Aynızamanda İlarion, Fransızca yazdığı ayrı bir mazbata ile Sadrazam Mustafa Reşid Paşa'yaBulgar cemaatin uğratıldığı eziyetleri bildirdi. İlarion bu mazbatada, Rumların"megalo idea"larını gerçekleştirmek amacıyla Bulgar neslini eritip tüketmekistediklerini acı bir dille anlatmaktaydı.

       Ayrıca Bulgarlarınbu isteklerine ve bunların elinde olan kilise yönetim fonksiyonundan ayrılmasını veBulgarların İstanbul'da bir kilise kurmaları konusunda Babıali'nin yardımınıistemekteydi. Mustafa Reşid Paşa, İstanbul Bulgarlarının bu isteklerini büyük biranlayışla karşıladı ve Fener Rum Patrikhanesi'ne bu konuda bir karar vermesiniemretti. Bu emir, Fener Rum Patrikhanesini zor durumda bıraktı ve entrika mekanizmasıderhal calışmaya başladı. Durumu kurtarmak için Neofit Hilendarski ile İlarion'unPolonyalı ve Rus göçmenlerle ilişkide bulundukları ve bunların ülke için zararlıoldukları söylentisi özellikle yayıldı. Bu söylenti üzerine Patrikhane Osmanlı yönetimindenNeofit Hilendarski ve İlarion'un yakalanarak Aynaroz'a sürülmesi için emir çıkartmayıbaşardı. Bu olaydın sonra bir gün Patrikhane kavaslarıyla zaptiyeler, Neofit'i yoldagiderken yakaladılar, sonra da Patrikhane'de İslavca bir mektup yazılması gerektiğibahanesiyle oraya çağırılan İlarion da tutuklandı. Neofit ile İlarion, Büyükada'yagötürülüp Kidonya adıyla da anılan mevkide bu günkü Aya Yorgi Manastırı'na kapatıldılar.

       Dini önderlerininyakalandığını geç de olsa öğrenen İstanbul Bulgarları, abacı ustabaşısı EftimSapunov'un insiyatifiyle toplanarak 12 kişilik bir grup kurdular ve Neofit ile İlarion'ukurtarmak amacıyla Patrikhane'ye gittiler. İlarion ve Neofit'in kapatıldığı yerinkapısını zorlamaya başladıkları sırada Patrikhane kavasları tarafından çağrılanve çevredeki bir köyden gelen zaptiyelerin müdahalesi üzerine geri dönmek zorundakaldılar. Durumun ciddiyetini anlayan patrikhane, ertesi sabah iki tutukluyu bir kömürcümavnası ile Aynaroz'a gönderdi ve bunu önceki padişahlar tarafından kendisine verilenyetkiye dayanarak yaptığını Osmanlı Hükümeti'ne bildirdi. Bu iki önderin kurtarılmasıiçin gerek İstanbul, gerek Aynaroz ve gerekse Bulgaristan eyaletlerindeki Bulgarlar olağanüstüçaba harcadılarsa da özellikle patrikhane tarafından önceden tezgahlanan entrikalarainanan İstanbul'daki Rus elçisi Titav'un muhalefeti üzerine bu girişim sonuçsuz kaldı.

      Bu arada Sultan Abdülmecit'inBulgaristan'a yaptığı seyahat sırasında Sviştov, Eski Zağra, Kazanlık ve GabrovoBulgarları kendisine Rum ruhani önderlerinin adaletsizliğinden ve zulmünden yakınarakNeofit Bozveli ve İlarion Makariopolski'nin serbest bırakılması için ricadabulundular. 15 Mayıs 1846'da Tırnovo'ya gelen padişah, burada da aynı şikayetlerlekarşılaştığından gereken önlemlerin alınmasını emretti. Tırnovo'dan Ruscuk'a geçenPadişah'a 27 Mayıs 1846'da şu noktaları içeren bir dilekçe sundular :

1 - Piskoposların yıllık ücretlilerinin belirlenmesi vebunların hizmetkarlarının tespiti;
2 - Piskoposların halk tarafından seçilmesi;
3 - Bulgarlara kendi Piskoposlarına sahip olma izninin verilmesi;
4 - Piskoposların, halkça bilinmeyen borçlarının halka yüklenmesine izinverilmemesi;
5 - Osmanlı yönetiminin, Patrikhanenin Bulgar Piskoposlarına İtimadı olmadığı içinbunların atanmasına izin vermediği şeklindeki özürlerini dikkate almaması;
6 - Bulgarların, herhangi bir Bulgarın Piskopos olarak atanmasını istemeleri halindePatrikhanenin her seferinde bunların müfsit olduklarını ileri sürmek suretiyle buatamayı reddetmesinin önlenmesi. Bu dilekçe, Sadrazam Mustafa Reşid Paşa ve Rus ÇarıNikola 1.tarafından Padişah'ı selamlamak üzere Rusçuk'a gönderilen General NaydenGerov ile Sırp Prensi Aleksandar Karayorgiyeviç'in huzurunda Sultan Abdülmecid'esunuldu. Buna rağmen durumdan haberdar olan Patrikhane, bütün bunların kendilerinikontrol eden Rum Piskoposlarının denetiminden kurtulmak isteyen Bulgarların birkomplosu olduğuna Babıali'yi inandırdı ve dolayısıyla Bulgarların girişimi de sonuçsuzkaldı. Bu arada Neofit Bozveli. Aynaroz'da öldü. (4 Temmuz 1848) İlarion daaffedilerek İstanbul'a geldi (28 Kasım 1850

İstanbul'da Bulgar Kilisesinin Açılması

       İlarion ve Neofit'in sürgüne gönderilmeleri, İstanbul'daBulgar kilisesinin açılması isteklerinin bir süre duraklamasına sebep olmuşsa da,1847 yılının sonlarına doğru bu konu tekrar alevlendi. Bazı Bulgar ve esnafının öncülüğündeçalışmalar yeniden hız kazandı. Patrikhanenin zorluklar çıkarmasını ve özeliklekendilerine mahsus kilise yapmalarını önlemek için Samatya'daki Aya Nikola,Galata'daki Aya Sotiri, Velizerios Sarayı'ndaki Meryam Ana Rum kiliselerine Bulgarca ayinyapmalarına izin verme eğilimine rağmen Bulgarlar, Patrik Antimos I. ve onun yerine geçenAntimos II.'ye otuz kadar başvuruda bulunduktan sonra, Patrikhane'den izin alabildiler veVasilaki Velikov'un yardımıyla kendilerine mahsus bir kilise kurulması konusunda Osmanlıyönetiminden ferman alabildiler. Prens Bogordi (Aleko Paşa), hemşehrisi olan BulgarlaraBalat'ta Mürselpaşa caddesindeki konağını verdi. 17 Ağustos 1849'da konağın altkatının düzeltilip kilise haline getirilmesi çalışmalarına, Kayseri Despotunun yaptığıduadan sonra başlandı.

       Düzeltmenin bittiği 9 Ekim 1849 tarihinde aralarındaPrens Stefan Bogordi'nin de bulunduğu büyük bir kalabalık önünde kilise SozopolMetropoliti'nin Islavca yapmış olduğu ayinle cemaate açıldı. Bulgarların İstanbul'dabir kilise inşa ettirip kendilerinden ayrı olarak ayinlerini ve mezhepleri gereğiniyerine getirme isteklerinin devam etmesi üzerine, kilise yapmalarının uygun olamayacağı,fakat isteklerinin reddedilmesi ise Bulgarları üzeceği sebebiyle İstefanaki Bey birtezkere ile Fener'de sağladıkları arsaya bir papaz evinin yapılmasının uygun olacağınıbildirmesi üzerine padişah tarafından bu istek uygun karşılandı. 23 Ekim 1849'daArhidiyokon Stefan adına takdis edilen kilisenin 17 kişiden oluşan ve Oeştina diyeadlandırılan mütevelli heyeti seçildi ve bu heyetin başına da Toma Stefanidi Abacıbaşıile Filibeli Nikola Eftimov Sapunov geçirilerek mühür, ferman ve diğer kağıtlarkendilerine teslim edildi. Heyet ilk iş olarak, kilisenin karşısına metohion adıverilen ve İstanbul'dan geçmekte olan bütün Bulgarların konuk edileceği bir yer olanüç katlı, 25 odalı bir binanın yapımına başladı (bu bina bugün de ayaktadır).

      14 Haziran 1851'de yapılanbüyük kongrede de 33 maddelik bir yönetmelik onaylanarak yürürlüğe girdi. İstanbulBulgarları, bu arada her kilisede olduğu gibi kendi kiliselerinde de iç düzeniayarlayan ve büyük bayramlarda dini ayine katılan bir despotları olmasını istediler.Bu görev için Neofit Rilski veya İlarion Makariopoloski önerildi. Ancak, Rus BüyükelçisiTitov'un ısrarı ve bu öneriye zaten pek taraftar olmayan Patrikhane'nin de bundanyararlanması sonucu, o sıralarda İstanbul'da bulunan Sırp asıllı Arhimandrit StefanKovaçeviç 15 Ağustos 1851'de Laodikiiski lakabıyla piskoposluk görevine getirildi.Fakat laodikiye piskoposu olan Stefan Kovaçeviç'in kötü tutumu dolayısıylaPatrikhane kendisini Trabzon'a sürdü. Kovaçeviç'ten boşalan bu yere bir süre içinPatarolikiya piskoposu Bulgar asıllı Polikarp geçtiyse de, piskoposluk dönemi silik vekısa süreli oldu.

 

İstanbul Dışındaki Bulgarların Faaliyetleri

       Bu arada Rum piskoposlar Bulgar ruhban sınıfı veöğretmenlerine işkence etmeye devam ettikleri gibi, zaman zaman Bulgarlardan kendiokul, yetimhane, hastahane, dernek ve hatta gazetelerinin masraflarını karşılamak içinOsmanlı Devleti'nin koyduğu vergilerden fazla vergi topladıkları da oluyordu. AyrıcaFilibe, Triavna, Drianovo, Dolna ve Gorna Oryahovitsa, Haskovo, Silistre Samakov, Sofya,Sliven, Üsküp Edirne, Lofça, Vraça ve diğer kentlerde Rum piskoposların kötüdavranışları son derece artmıştı. Özellikle Tırnovo Piskoposu Neofit çok kötüdavranmaktaydı. Bu arada İlarion da Tornovo'dan Neofit'in yanında metropolit vekiliolarak bütün bunların tanığı oldu ve Tırnovolu gençlerle birlikte Neofit'e karşıbir tutum izledi. Bu arada 18 Şubat 1856'da ilan edilen Islahat Fermanı ile Bulgarlar içinyeni bir ümit doğdu.

       Bu fermana göre, reayanın dini özgürlüğü tanınmaktave kilise gelirleri de prensip olarak ortadan kalkmaktaydı. Bu hatt-ı hümayunadayanarak Babıali'ye ilk şikayette bulunanlar Tırnovolular oldu. Tırnovolu tüccarlardanHacı Nikola Minçoğlu (Minçev), Metropolit Neofit'e karşı gençleri kendi çevresindetopladı. Bunun üzerine ise eskilerin tarafını tuttular. Tırnovolu Türkler de bu anlaşmazlığakatıldılar. İşler daha da karışınca Hacı Nikola Minçoğlu Babıali'ye şikayetetmek için İstanbul'a geldi ve mücadeleye İstanbul'da katıldı. Mücadele gittikçe hızlandı.İşlerin düzelmesi için 15 Ağustos 1856'da Tırnovo'ya yeni kaymakam Aşir Bey, VidinValisi Muammer Paşa ve Rusçuk komutanı Nusret Bey gönderildi. Tırnovo Valisi Galib Paşa,görevden alındıysa da durum yatışacağına daha da karıştı. Neofit yanlıları dagençlerin tutumunu Patrikhaneye şikayet etmek için İstanbul'a bir heyet yolladılar.Bunu öğrenenler gençlerin partisinde toplandılar ve 15 Aralık 1856'da verdiklerikarar gereğince kendiler de Padişah nezdinde şikayette bulunmak üzere bir heyetkurarak İstanbul'a hareket ettiler. Bunun üzerine Ocak 1857'de Babıali, Vidin ValisiMuammer Paşa'yı tekrar Tırnovo'ya yolladı.

      Ancak Neofit'in entrikalarıyüzünden bu kez de durum yine Bulgarlar aleyhine döndü. Bu arada artık İstanbul'ayerleşmiş olan Hacı Nikolo Minçoğlu ve arkadaşları, Babıali'den Tırnovo'ya MuhsinEfendi adlı gizli bir komiserin gönderilmesini sağladılar. Muhlis Efendi, durumu olduğugibi tespit ederek Babıali'ye bildirdi. Bunun üzerine Babıali tarafından Muammer Paşa'nınVidin'e, Metropolit Neofit'in ise İstanbul'a dönmesi emredildi. Neofit'in Tırnovo'danayrılması üzerine partisi zayıfladıysa da iki partı arasındaki mücadele İstanbul'dada devam etti. Babıali bunun üzerine Midhat Paşa'yı Tırnovo'ya gönderdi. Midhat Paşa,olaylarla ilgili bilgi alıp Babıali'ye bildirdi. Ortalık bir süre sakinleştiyse de,Neofit'in çabalarıyla tekrar karıştı. Her ne kadar Fahreddin Efendi adlı yenikomiser Tırnovo'ya gönderildiyse de, çevrilen entrikalar sonucu Neofit eldeki bütünverilere rağmen Babıali tarafından suçsuz bulundu. Ancak Babıali, Tırnovo'dakiBulgar halkı da memnun etmek amacıyla Patrikhane, onu görevinden alarak SelanikMetropolitliğine atadı. Neofit, İstanbul'da bulunduğu sıralarda Protosingelos vekiliİlarion Makariopolski aleyhinde faaliyete geçerek kendisini Patrikhane'de hapsettirmeyive bir hafta sonra da Aynaroz'a Hilendar Manastırı'na gönderilmesini sağlamıştı.1857 Mayısının sonuna kadar orada kalan İlarion, Aynaroz kiliseleri yöneticisi olaraktekrar İstanbul'a döndü.

      Berlin Antlaşması'nın(13.7,1878) 1. maddesi gereğince Bulgaristan, Osmanlı Devleti'nin egemenliği altında,özerk ve Tribüter bir prenslik durumuna girmişti. Bulgaristan'ın geçici yönetimihakkındaki anlaşmanın 6. maddesinde ise ülke yönetim tüzüğüne ek olarak, idarîorganlara bir Rus komiseri de atanmıştı. Osmanlı Devleti'nin atadığı Osmanlıkomiseri ve anlaşmaları imzalamış olan diğer devletlerin atayacakları konsoloslar buRus komiserine, geçici hükümetin hareketlerini denetleyerek yardımda bulunacaklardı.Geçicihükümetin dokuz aylık süresi sona erince, Aleksandr Battenberg Bulgaristan prensiolarak atandı. Osmanlı egemenliği altında ilk Bulgar hükümetinin oluşması için,Berlin Antlaşması'nın 12. maddesi içinde, vakıf idaresince bir de Osmanlı komiseriatandı. Komiserlik görevini gören Nihad Paşa, aynı zamandı Osmanlı Devleti'nindiplomatik temsilcisi idi. Başka devletlerin diplomatik temsilcileri, diplomatik ajan vebaşkonsolos ünvanını taşıdığı halde, Osmanlı temsilcileri komiser ünvanını taşımaktaydılar.Böylece gerek Nihad Paşa, gerekse halefleri Bulgaristan bağımsızlığına kavuşuncayakadar Vakıf Komiseri adını kullandılar.

      19.7.1879 tarih ve 19 sayılıfermanla İstanbul'da bir Bulgar temsilciliğinin kurulmasına izin verilip aynı yılınAğustos ayında 114 sayılı fermanla İstanbul'a diplomatik temsilci olarak DraganTsankov atandı. Ancak Bulgaristan ile Osmanlı İmparatorluğu arasında diplomatiktemsilcilerin değişimi yapılmışsa da Osmanlı komiserinin, prenslikteki diplomatik bünyeiçindeki durumu ile İstanbul'daki Bulgar diplomatik temsilci ajanının durumu ve Bulgartemsilcilerinin akredite oldukları başka yabancı ülkelerindeki durumları sorunu açıkbırakılmıştı. Bulgaristan'da padişahın rüsum ve vergilerini toplamakla görevliOsmanlı komiserleri, resmi seremonilerde kordiplomatik arasında değil, prenslikbakanları arasında yer almakta ısrar ediyorlardı. Ancak Bulgar hükümeti bu tür ayrıcalıklarıkabul etmiyordu.
1897 yılında Ruhi Bey, daha sonra Necib Efendi ve Faruk Bey vb, komiser olarak atanınca,kendilerine izin verilmeyeceğini bile bile, bu ayrıcalık üzerinde ısrar etmeğe başladılar.
1908'de Sofya'da Osmanlı komiseri olarak Kazım Bey atandı. Bulgar dışişleri bakanıPaprikov, kendisi ile yaptığı görüşmede, aynı konuda bir ayrıcalık aranmamasınıönerdi. Bulgar prensi ile yapılan görüşmelerde de bütün resmi kabullerde öncedenbelirlenen yerde durması bildirildi.

       Ayrıca Paprikov, İstanbul'dakidiplomatik temsilcisinden, sadrazama başvurmasını ve Osmanlı temsilcilerinin resmikabullerde hazır bulunmadıklarından dolayı, iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerene gibi zararlar verildiğinin anlatılmasını istedi. 1897'de İstanbul'a gönderilenBulgar diplomatik temsilcilerine diplomatik ayrıcalık tanınmadığı gibi, Bulgardiplomatlarına sıradan herhangi bir memur muamelesi yapılıyordu. Örneğin, İstanbul'dakiBulgar maslahatgüzarı P. Dimitrov 10.3.1892 günü itimatnamesini sunarken, dışişleribakanı kendisine, Bulgaristan'ın bunca düşmanı varken Osmanlı İmparatorluğu peykiolarak kalmasının, ülkesinin çıkarlarına daha uygun düşeceğini açıkça söyledi.

      1897 yılında İstanbul'a gönderilenBulgar diplomatik temsilcilerine uygulanan rejim geçici olarak yumuşadı. Bunun sebebi,Osmanlı-Yunan Savaşı'nın patlak vermesi ve II. Abdülhamit'in Bulgaristan'ın bu askerîçatışmada tarafsızlığını sürdürmesinden bir çıkar umması oldu. Padişahınemriyle, bayramlarda ve törenlerde İstanbul'daki Bulgar diplomatik temsilcileri saraya,kordiplomatik arasında davet edilmeye başlandı. Ancak Babıali eski yöntemlere dönülmesiiçin ısrar etmekteydi. 1897 Mayısında Bulgar maslahatgüzarı Dimitır Makarov YıldızSarayı'na davet edildi. Temmuz 1908'e kadar (II. Meşrutiyet) İstanbul'a gönderilenBulgar diplomatları güçlükle koparılan bu ayrıcalıkları kaybetmemeğe dikkat gösterdiler.

      Dışişleri BakanıPaprikov 1.9.1908 tarihli notasıyla, başka ülkelerdeki Bulgar diplomatik temsilcilerinediğer diplomatlarla eşit muamele gösterildiğini, Geşov'u ise İstanbul'da bir peykdevlet temsilcisi olduğu gerekçesi ile saraya ve resmi şölenlere davet edilmediğindenSofya'ya geri çağrıldığını bildirdi. Geşov'un yerine İstanbul Bulgar diplomatiktemsilciliğinde, Nesterov memur olarak bırakıldı. Geşov olayından ve kendisinni geriçağrılmasından yararlanan Bulgar hükümeti, Bulgaristan'ın bağımsızlığınınilanına hazırlanmaya başladı. Tırnovo'da Ferdinand tarafından 22.9.1908 günüimzalanan Manifesto açıklanıp yayınlandı

Bulgaristan'ın Bağımsızlığı

       Bulgaristan'ın bağımsızlığını ilan etmesiyle,Osmanlı Devleti ile ilişkiler gerginleşti. Ancak, Rusya'nın arabuluculuğu vediplomatik yoldan gerekeni yapması sayesinde, iş savaşa kadar vardırılmadı.6.4.1908İstanbul'da Rus, İngiliz ve Fransız temsilcilerinin de huzurunda özel bir protokolimzalandı ve buna göre Osmanlı Devleti, Bulgaristan'ın yeni politik durumunu ve bağımsızlığınıkabul ettiğini açıklamış oldu (protokolün 8. maddesi).
21.5.1909 gün ve 11 no'lu kararı ile, Bulgar diplomatik temsilcileri, delegasyonları vediplomatik ajanları büyük elçilik adını taşımağa başladı. Büyükelçi olarakİstanbul'a gönderilen Mikail K. Safarov güven mektubunu sundu (17.7.1909). Öte yandanMustafa Asım Bey de kendi güven mektubunu Sofya'da takdim etti (14.9.1909).

      Balkan Savaşı'ndan az önce Bulgaristan bütünmüttefikleri ile Babıali'ye bir nota vererek Osmanlı Devleti'nden, Hıristiyan halkınyaşadığı Balkan topraklarının idari özerkliğinin verilmesini istedi. (30.12.1912).Osmanlı Hükümeti bu notayı reddederek Avrupa ve Asya'da bulunan ordularınınseferberliğini ilan etti. Daha sonra da Balkan ülkelerindeki bütün temsilcilerini geriçağırdı. 8 Ekim 1912'de Karadağ, 17 Ekim 1912'de Bulgaristan ile Sırbistan OsmanlıDevleti'ne savaş ilan ettiler. Rusya, Bulgaristan'ın çıkarlarının OsmanlıDevleti'nde korunmasını üzerine aldı. İstanbul'daki Rusya Büyükelçiliği yanındadragoman (tercüman) sıfatıyla gönderilen Milan K. Popov bu görevinde, yenidenBulgaristan elçiliğinin açıldığı güne kadar kaldı. Öte yandan İspanya'nınSofya'daki delegasyonu da Bulgaristan'daki Türk çıkarlarını koruma görevini üstlendi.

      Savaş, Osmanlı Devleti ilemüttefikler arasında Londra'da imzalanan barış antlaşması ile sonra erdi(30.5.1913). Bu antlaşmanın 1. maddesi, Osmanlılar ile Balkan İttifakı ülkeleri arasındadostluk ve sonsuza dek barışı öngörmekteydi. Ancak barış iki ay bile sürmedi.Balkan İttifakı-Osmanlı Devleti arasında savaşa yol açtı. Bu savaştan sonraBulgaristan ile Osmanlı Devleti arasındaki ilişkiler 29.6.1913 günü imzalanan İstanbulAntlaşması'nın 3. maddesi hükmüyle yeniden kuruldu. Barış antlaşması imzalandıktansonra, Bulgar hükümeti İstanbul'daki Rus büyükelçisi Girs aracılığıyla,Bulgaristan elçisinin İstanbul'a atanması için gereken "agreement"(muvafakat name) verilmesini istedi. Ancak Osmanlı hükümeti bu isteği reddederek,Osmanlılar ile Bulgaristan arasında barış antlaşmasından doğan bir takım sorunlarınçözümlenmesi gerektiğini bildirdi. İmza olunan barış antlaşması hükümleri içindeİstanbul'a gönderilen büyükelçi Andrey Tonasev güven mektubunu sundu (2.11.1913). 2Aralık 1913 günü, Sofya Büyükelçiliği binasını, bir tütün tüccarının özelevi iken 1913'te Osmanlı hükümetine satılmıştı. Binanın Osmanlılara geçmesi sırasındaSofya Büyükelçisi Ali Fethi Bey'di.

      Bu dönemde Mustafa Kemalateşemiliter olarak, kurma, binbaşı rütbesiyle Sofya büyükelçiliğine atandı (28Ekim 1913). Ateşemiliterlik görevine Belgrad ve Çetine de dahildi. Sofya'da kurmayyarbay rütbesine yükselen Mustafa Kemal, Sofya Ateşemiliterliği sırasında KralFerdinand'ın maskeli balosuna Yeniçeri kılığında katıldı. Kral, balosuna gösterilenbu ilgiden dolayı teşekkür ederek kendisine gümüş tabakasını armağan etti.Mustafa Kemal'in Sofya'daki görevi sırasında komitacılar arasında çıkan anlaşmazlıklardolayısıyla iki kez öldürülmek istendi. Mustafa Kemal, Makedonya komitacılarınınkendisine yaptıkları uyarmalarla bu tertiplerden sıyrıldı. Türk Milli Savunma Bakanlığı'nınbu atamadan beklediği en önemli sonuç, Bulgarlarla Osmanlı Devleti arasındaki askerîsorunların çözümlenmesiydi. İlk günden itibaren büyük bir titizlikle ve yeterliklegörevine sarılan Mustafa Kemal, İstanbul'a gerektiği bilgileri göndermeyi ve hükümetinisteklerini gerçekleştirmeyi başarmıştı. 1914'te, Yunanlılara karşı Bulgarlarlabir antlaşma yapılması çalışmalarında önemli hizmetlerde bulundu. Bu gerçek ozaman, Bulgar Milli Savunma Bakanı olan General Kliment Boyaciyev'in Mustafa Kemal'e gönderdiği15 Mart 1922 tarihli mektubundan aşağıdaki parçalardan da anlaşılmaktadır:

      "1914 yılındaYunanlılara karşı, Türkiye ile Bulgaristan arasında bir askerî anlaşma yapmak üzereSofya'ya geldiğiniz zaman, siyasi ve askeri bakımdan pek önemli olan o anda, aramızdadoğan dostluğu, umarım ki hatırlarsınız. O vakit, ben Harbiye Nazırı bulunuyordum.Sizinle Bulgar Genelkurmay Başkanı arasında çıkan anlaşmazlığı gidermek için,birçok defalar görüşmelerinize katılmak fırsatını bulmuştu. Hatırlıyorum ki çeşitlitasarılarda yüksek şahsınızı tutuyordum. Zira askerî teknikteki bilginiz ve tamdehanız sayesinde kıtalarımızın ortak harekatı için gereken ilkeleri ekselansınızdaha iyi takdir buyuruyordunuz. Size verilen görevleri başarı ile tamamlayarak, İstanbul'ahareketiniz sırasında yüksek şahsınıza gönderdiğim bir mektupla hakkınızda eniyi dileklerimi ulaştırmakla birlikte, Vatanınızın gelecekteki kaderinde parlak biryer tutmanız umudunu açıklamıştım"

      Görülüyor ki, MustafaKemal Bulgar Harbiye Nazırı üzerinde en büyük etkiyi yapmış bulunmaktadır. Elbetteki, ilişki kurduğu diğer çevrelerde de bilgisi, inceliği ve üstün yeteneğiyle TürkMilletini, Türk ordusunun en iyi şekilde temsil etmeyi başarmıştır.

Cumhuriyet dönemi

       Stamboliyski hükümetinin yerine geçen Al.Tsankov'un Dışişleri Bakanı Hristo Kalfov. 19 Haziran 1923'de İstanbul'daki İsveçdevlet temsilcisi Wallenberg'e bir mektup göndererek, İsvec delegasyonu yanındakiBulgar şebekesinin kapandığını ve Bulgaristan Hükümeti'nin Türk Hükümeti ileresmi ilişkiler kuracağını bildirdi. 5 Temmuz günü Adnan Bey, Ankara Hükümeti'ninBulgar delegasyonun yarı resmi durumunu kabul ettiğini ve 7 Temmuz tarihinde de İsveçdelegasyonu Bulgar şubesinin tasviye edildiğini resmen açıkladı. Bulgar Hükümeti,Marko'un yerine atanacak temsilci sorununun çözümlemeden 24 Temmuz 1923'de Lozan'da Türkiyeile barış antlaşması imzalandı. Bulgar hükümeti, 31 Ağustos 1923 günü Markov'aresmi bir itimatname hazırlayarak kendisini resmen ve uluslararası kurallara uyarakLozan Antlaşması'nı imzalayan devletlerden biri olarak, Türkiye'ye gönderdi.

      3 Aralık 1923'de Marov'un yerine SimeonRadev gönderildi. Radev'e Bulgaristan ile Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilerintam anlamı ile yeniden kurulması için gerekenin yapılması görevi verildi.Bulgaristan ile Türkiye arasında henüz askıda kalan bir takım sorunlar ve gecen savaşlarınsonuçlarının ortadan kaldırılması için Bulgar hükümeti S. Radev'e talimat vererekdostluk antlaşmasının imzalanmasını bildirdi ve çözümlenmemiş sorunların çözümlenmesini,Türk-Bulgar ilişkilerinin gerçekten pürüzsüz ve dostane bir hale geldiği zamanakadar ertelenmesini istedi. Görüşmelere Bulgar Hükümeti, delegesi ve temsilcisi S.Radev, Türk delegasyonu tarafından ise dışişleri bakanlığı müsteşar yardımcısıTevfik Kamil Bey ile başbakanlık hukuk müşaviri Münir Bey katıldılar. Görüşmeler10 Haziran 1924 günü başladı. Göçmenler ve mülteciler ve bunların mülkiyetlerisorunu yüzünden birçok zorlukla karşılaşıldı.

     18 Ekim 1925'de Dostluk Antlaşmasıve işlerin çözümlenmesi ile ilgili ek anlaşma imzalandı. Bu belgelerle Bulgaristanile Türkiye arasında gerçek diplomatik ilişkiler kurularak, iki komşu ülke arasındaen önemli sorunlar çözümlenmeye çalışıldı. Diplomatik ilişkiler yenidenkurulunca, Türkiye ile bulgaristan diplomatik temsilcilerini karşılıklı değiştirip,yönetimdeki kademeleri tesbit ettiler. Bulgar delegasyonu ile İstanbul'daki başkonsolosluğungeçici yönetimini N. Nedyev yüklendi. Başkonsolos olarak At. Yaranov, Sofya'da Türkgeçici delegasyon yöneticisi olarak Ali Bey atandı. 1927 yılı başlarındaBulgaristan delegasyonu Ankara'ya taşındı, İstanbul'da başkonsolosluk kaldı.Diplomatik ilişkiler pürüzsüz duruma girdikten sonra (Mart 1927) Bulgaristantemsilcisi olarak Ankara'ya T. Pavlov atandı. Bulgar mümessilliği, bazı formaliteler yüzündenancak 1923 yılında tam olarak Ankara'ya taşındı.

      Bu yıllarda, Bulgarların,Doğu Trakya ve Edirne üzerinde gözleri olduğu dikkati çekmekteydi. Bu durum karşısındaTürk Hükümeti'nin almaya gerek gördüğü bazı ihtiyat önlemleri Bulgarların buemellerinin ortaya çıkmasına neden oldu. Bulgarlar, Bulgaristan'dan Türkiye'ye gelen Türklerinsınır boylarına yerleştirilmesinden ve alınan askeri önlemlerden rahatsız olmaktaydı.Hele Yunanistan ve Yugoslavya ile Türkiye'nin ilişkilerinin iyileşmesi Bulgaristan'ıiyice rahatsız etti. Fakat her şeye rağmen Türk Hükümeti, "Yurtta sulh, cihandasulh" ilkesine ve bütün komşularıyla dostluk ilişkileri kurma politikasına bağlıkalarak Bulgaristan'la iyi geçinmeye özen gösterdi. 1929'da iki ülke arasında Tarafsızlık,Uzlaşma, Adli Tesviye ve Tahkim Antlaşması imzalandı. Gelişen dostluk ilişkileri,bir Balkan Birliği kurmak amacıyla Ekim 1930'da Atina'da toplanan Birinci, Ekim 1931'deİstanbul'da toplanan İkinci Balkan Konferansları ileri sürdü. Fakat Ekim 1932'deBulgaristan, azınlıklar sorunu yüzünden Üçüncü Balkan Konferansı'nı terketti.Aynı yıl, Bulgaristan Başbakanı N. Muşanov, Ankara'yı ziyaret ettiği sırada, Atatürkona şunları söylemekteydi: "Türkiye ile Bulgaristan'ın dost olmaları gerekir.Bulgaristan'a karşı olan Türkiye'ye de karşıdır".

     Balkan Konferanslarının amacıolan Balkan Paktı'nı en çok Türk Hükümeti desteklemekteydi; engelleme ise statükodanmemnun olmayan Bulgaristan'dan gelmekteydi. Kasım 1933'de Selanik'te toplanan Dördüncübalkan Konferansı'nda Bulgaristan'ın revizyonist emellerinden vazgeçmesi için çabaharcandı. Bulgaristan amacına ulaşmak için bazı Balkan devletlerini kendi yanına çekmeğeçalıştı. Bulgaristan'ın revizyonist politikasını önlemek için Türkiye ileYunanistan arasında 14 Eylül 1933'de bir samimi Anlaşma Misakı imzalanmıştı. Buantlaşma ile Türkiye, Yunanistan'ın sınırlarının dokunulmazlığı için teminatveriyordu. Antlaşma Bulgaristan'da tepkiyle karşılandı ve Türkiye'nin Bulgaristan'akarşı Bulgaristan'da tepkiyle karşılandı ve Türkiye'nin Bulgaristan'a karşı düşmancabir hareketi olarak yorumlandı. 28 Kasım 1933'de Türkiye ile Yugoslavya arasında dabir antlaşma imzalandı. Türk Dışişleri bakanı Tevfik Rüşdü Aras, Belgrat'dan dönerkenbulgar topraklarında durmuş, Bulgar Dışişleri bakanı Muşanov ile görüşmüş ve Türk- Yugoslav Antlaşması'nın imzalanması münasebetiyle bulgar Başbakanına aydınlatıcıve yatıştırıcı nitelikte bilgi vermişti.

Türkiye ile Ekonomik İlişkiler

       Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk Sofya'daAskeri Ataşe iken, Bulgaristan Kooperatifçilik hareketini, Balkan ülkelerindekikooperatifçilikle ilgili gelişmeleri izlemiş ve incelemiş, Midhat Paşa'nın MemleketSandıkları olayından önemli ölçüde esinlenmiştir. Nitekim Atatürk, Cumhuriyetinilanını beklemeden ve diğer bir dizi devrimleri gerçekleştirmeden önce Kooperatif Şirketleriadlı bir kitap yayınlamak suretiyle Türk ulusunun kooperatifleşmesi çağrısındabulunmuştur. Matbuat Umum Müdürlüğü'nün 24 No'lu yayını olarak, 19 Mart 1923tarihinde yayınlanan Kooperatif Şirketler adlı eserin, imzası bulunmasına karşın,Atatürk tarafından kaleme alınmış olduğunda kuşku yoktur. Çünkü eserde Atatürk'ünSofya Askerî Ataşeliği yaptığı dönemdeki Bulgaristan Kooperatifçilik hareketindensöz edilmekte, ayrıca yazıdaki anlatım, Atatürk'ün üslubuna tümüyle uymaktadır.

      Baştan sona değin, kooperatifçiliğinyararlarından söz edilen bu eserde, Bulgaristan örneğine geniş yer verilmektedir.Eserde, Almanya, İngiltere, Rusya, Macaristan, İtalya ve Romanya'daki kooperatiflerdende söz edildiğine göre, Atatürk, Sofya'da görevli bulunduğu süre içerisinde esaslıbir biçimde incelemek olanağı bulunduğu Bulgaristan Kooperatifçiliği ile ilgilibilgiler de edinmiştir. Eserin Koy Muallimlerini Vazife Başına davet başlıklı bölümü,önemli ve ilginçtir. "Bulgar köylerini Bulgar muallimlerinin kurtardığınıunutmamalıyız.
Ziraat, sanayi ve ticaret erbabının kuvvei istihsaliyesini arttırmak ve istihlakatıtahtı nizama almak, dolayısıyla müşterikler arasında iştirak ve yardım fikrinitakviye eylemek suret ile iktisadi ve içtimai pek çok fevaidi cami olduğundan dolayıaslı hazır siyaseti iktisadiye ve içtimaiyesinin büyük bir amili halinde bulunankooperatif şirketler teşkilatının memleketimizde de taammümü hususunda en büyükhizmeti dokunacak olanlar, her an çiftçi ve ahali ile temasta bulunmak fırsatına malikbulunan kasaba ve köy muallimleridir.
Bulgaristan'da teşekkül eden ve şimdi köylüye pek büyük faydalar temin etmektebulunan kooperatif şirketleri, hiçbir mecburiyet-i kanuniyeleri olmadığı haldefedakar vatanperver Bulgar köy muallimlerinin gayretleri eseridir. Vatanını seven her Türkköy ve kasaba muallimi de köylerimizi iktisaden ve içtimaen yükseltecek bu müessesatınmemleketimizde teammümü hususuna son derece gayret etmeği bir vazife mukaddese-ivicdaniye olarak telakki etmelidir.

     Her ne kadar hükümetimiz tarafındansırf bu şirketler hakkında Meclis-i Milli'ye teklif olunan kanunun Meclis tarafındanşimdiye kadar müzakere ve kabul edilen maddeleri meyanında beşinci madde bu hususasarf-ı gayret etmeği memurlar için bir vazife telakki ediyorsa da arz olunduğu veçhileyükselmeğe pek muhtaç fedakar köylümüzün refah ve saadetine çalışmak ve Vazife-ikanuniye olarak değil fakat bir vazife-i vicdaniye ve vataniye olarak telakki edilmeli veTürk gençliği meydanı harbe koştuğu gibi memleketimizin iktisadi vaziyetini ıslahetmek üzere de bundan sonra yapmağa mecbur olduğumuz müthiş cidalin başına geçmelidirler.Meclis-i Milliyenin kabul ettiği ve henüz mevkii icraya vazolunmayan beşinci maddede'Ziraat Müdür ve memurları ile ziraat ve ticaret ve sanayi odaları ve bilumummuallimler kooperatiflerin teşkili hususunda muavenet etmek ve malumat-ı lazımeyi ifaeylemekle mükelleftir. Bunu ifa etmeyen memurlar ve muallimler vazifelerini ifa etmemişaddolunurlar" denilmektedir.

     Bulgaristan ile ticari ilişkilerüç döneme ayrılır. Dünya ekonomik buhranına kadar olan birinci dönemde (1923-1930)iki ülkenin birbirinden satın aldığı malların değeri yılda birkaç milyonubuluyordu. Liberal bir dış ticaret siyasetinin yürütüldüğü bu dönemdeBulgaristan'dan yapılan ithalatın değeri, toplam ithalata göre ortalama yüzde 2kadardı.
II. Dünya Savaşı öncesine denk gelen ikinci dönemde (1930-1940) Türkiye'de dışticarette devletçilik ağır basar. Bu dönemde iki ülke arasındaki alışveriş yıldabirkaç yüz bin lirayı geçmez. Örneğin, yeni bir ticaret anlaşmasının imzalandığı,1935 yılında Türkiye'nin Bulgaristan'dan ithalatı 136,000 lira, Bulgaristan'a ihracatı200,000lira tutarındadır.

     II.Dünya Savaşı'ndan sonra başlayanson dönemde ticari ilişkiler yeniden canlandıysa da başlangıçta ithalat ve ihracattaönemli bir gelişme olmadı. Ancak son on beş yılda iki ülke arasındaki ticaret hacminispeten genişleyerek iki katına ulaştı. 1972'de Bulgaristan'dan yapılan ithalatındeğeri, toplam ithalat değerinin binde 3'ü, Bulgaristan'a ihracatın değeri ise toplamihracat değerinin binde 6'sı kadardı. Bu dönemde iki ülke ticaretini düzenleyen anlaşma23 Şubat 1955'te Ankara'da imzalanmış olan kliring anlaşmasıdır. Her yıl uzatılmaktaolan bu anlaşmaya göre, Türkiye Bulgaristan'dan marine, suni elyaf, petrokimya ürünleri,suni gübre, sudkostik, çelik vb. satın alır. Bulgaristan'a turunçgiller, pamuk, fındık,küspe, dokumalar, borasit, buzdolabı, çamaşır makinesi vb. satar. Bunların dışındaiki ülke arasında elektrik akımı için bir anlaşma da yapılmıştır. Bununla ilgilitesis ve bağlantılar 1970 sonlarında tamamlanmıştır.

Ticari Mübadele

       Türk balıkçılarının, Bulgar karasularınagirdikleri gerekçesiyle 1977 Ocak ayı başlarında tutuklanmaları, iki ülke arasındakiilişkilerde bazı gerginlikler yarattıysa da, Haziran ayında İstanbul'da Bulgar SanayiSergisinin açılması ve iki ülke arasındaki ticaret hacminin 55 milyon dolara çıkmasıgibi olumlu gelişmeler gerginliği kısa sürede giderdi. İki ülke arasında ticarethacmi artıyor, ama ödemeler dengesi açığı Türkiye aleyhine gelişmekte devamediyordu. Çünkü iki ülkenin tarım ürünlerinde benzerlik vardı, ancak sanayi ürünlerialışveriş konusu olabilirdi. Bu alandaysa Türkiye'nin satacağı alacağından azdı.Türkiye, Bulgaristan'dan başta elektrik enerjisi olmak üzere makine ve donanımları,yapay gübre, sudkostik, cam, kimyasal maddeler ve seramik gibi yüksek değerli mallarsatın almakta, bunlara karşılık turunçgiller, pamuk, fındık, küspe, dokuma, bortuzları, buzdolabı, deri ve zeytin gibi ürünler satmaktaydı.

      1978 yılı başlarında, Türkiye'de BülentEcevit hükümetinin kurulmasından hemen sonra, Türk-Bulgar ilişkileri yeni bir gelişmesürecine girdi. 4 Ocak'ta Bulgaristan, Türkiye'ye vermekte olduğu elektriği 2 milyonkilovat saate çıkarmayı kabul etti. Ticaret Bakanı Teoman Köprülüler, 24 Nisan1978'de Sofya'ya giderek Ekonomi-Ticaret Karma Komisyonu çalışmalarına katıldıktansonra, Başbakan Bülent Ecevit'te 3 Mayıs 1978'de Devlet Başkanı T. Jivkov'undavetlisi olarak Bulgaristan'ı ziyaret etti. İki devlet adamı arasında Varna'da yapılangörüşmeler sonunda bir Geniş Kapsamlı İşbirliği Belgesi imzalandı. Buna göre,iki ülke arasındaki karşılıklı ticaret hacmi yılda 200-300 milyon dolara yükseltilecek,Tunca nehri üzerinde ortak yatırımla bir baraj yapılacak, elektrik alışverişindeteknik kapasite en yüksek düzeye çıkartılacak ve bazı tarım araç ve gereçleriortaklaşa yapılacaktı. Aynı belgede yıllardan beri çözümlenemeyen TIR kamyonlarınınTürkiye'den geçişleri ve Bulgaristan'ın Türklere vize uygulaması gibi sorunlar içinde yeni yaklaşımlar sağlandığı belirtiliyordu.

     Ecevit, gezisinden hemen sonra 1-3Haziran tarihleri arasında Bulgaristan Devlet Başkanı Todor Jivkov Türkiye'ye geldi.Yapılan görüşmelerde, Bulgaristan'dan Türkiye'ye göç dolayısıyla ortaya çıkan bölünmüşaileler sorunu ele alındı ve bazı yeni yaklaşımlar sağlandı. 1978 ortalarındaBulgaristan'ın Türkiye'den yılda 20 bin otomobil istediği, 22 Kasım'da da Türkiye'ninbirikmiş borçlarının yeni bir ödeme planına bağlandığı açıklandı. Aynı yılBulgaristan'ın Türkiye'ye verdiği elektriğin tutarı da, çeşitli kesintilere rağmenbir önceki yıl düzeyini aştı.

     1982 yılında Bulgaristan'da düzenlenenTürk Sanayi Sergisi sırasında karma Bulgar-Türk işletmeleri kurulması için yeniimkanların mevcut olduğu tespit edildi.

Bilimsel, Kültürel ve Sportif İlişkiler

       Bulgarlarla Türkler arasında kültürel işbirliğive yakınlaşmanın taşıdığı önem siyasi ve ekonomik olduğu kadar bilimsel ve kültürelaçıdan da incelenmeye değer.
1877-1878 Osmanlı-Rus savaşından sonra, iki toplum arasındaki kültürel işbirliğibelirgin bir aşama gösterme; ancak bir ara gelişen kültürel ilişkiler birkaç edebîeserin çevrisi üzerinde yoğunlaşır. Yirminci yüzyılın ilk 20-30'lu yılları Türktoplumunun tarihî evriminin en çalkantılı dönemidir. Eskimiş doğmalar, köhnemişgelenekler yok olmuş, yeni bir sosyal düzen, yeni bir kültür, yeni bir ideoloji doğmuştur.Türkiye Cumhuriyeti dünya tarihi sahnesindeki yerini almıştır.

       Bu dönemde Bulgar-Türk kültürelilişkileri belirli bir aşama göstermektedir.
1924 yılının sonlarına doğru, bir grup Bulgar aydının girişimiyle Sofya'da birBulgar-Türk Cemiyeti kuruldu, temel ilkeler saptandı. Süresiz başkanlığa Sofya Üniversitesi'ndeMali Bilimler profesörü Petko Stojanov getirildi. Dernem yönetim kurul Trajko Popov(sekreter), Panco Dorev (ikinci başkan), Petar Mutafciev (üye) ve diğerlerinden oluşuyordu.Daha sonra yönetim kuruluna Dimitar Pandov, Pavel Satev, Boris Ackov, Galab D. Galabovvb. getirildi. Bulgar-Türk Cemiyeti'nin amacı, iki komşu millet arasında ekonomik,siyasi, kültürel bağları sağlamlaştırmaya katkıda bulunmaktı. Karşılıklıziyaretler, konferanslar, geceler vb. düzenlendi. Uzunca bir süre sonra 1931'de,Ankara'da Meclis üyesi ve siyaset adamı Fazıl Ahmet Bey başkanlığında Türk-bulgarCemiyeti kuruldu. Türk-Bulgar Cemiyeti de aynı amaca yönelikti.

      Ünlü Bulgar kültür elçilerindeniki yazar Dora Gabe ve Jordan Stubel ve bir sanatçı Vela Useva-Karalijceva, Cumhuriyetinilanından sonra Türkiye'yi ziyaret eden ilk kişi oldular. İstanbul'da Eylül 1924'te düzenlenenbüyük bir Polonya Sanayi Sergisi'nin açılışına katıldılar. Bu fırsattanyararlanarak eski Osmanlı başkentinin görülmeye değer yerlerini gezdiler ve yenicumhuriyetin aydın kesimiyle temas kurdular.1924 yılında Bulgaristan'ın eğitimi ileilgili yayın organlarında Türk eğitim sistemi ve Türk eğitimcilerinin faaliyetlerikonusunda yazılar yer aldı. İki ülkenin eğitim örgütleri arasında ilişki kurulmasıyolunda girişimlerde bulunuldu. Edirne Lisesi ilk ve orta bölüm öğretmenlerindenkalabalık bir grup, Milli Eğitim Bakanlığı baş müfettişi başkanlığında 1925Eylülünde Bulgar eğitim sistemi ve ders programı konusunda bilgi almak üzereBulgaristan'a gitti. Kısa süreli bu ziyaretleri sırasında Sofya'daki Etnografya Müzesi'ni,hayvanat bahçesini, Parlamentoyu ve diğer kuruluşları gezdiler. Başkent dışında,Bulgaristan Türklerinin kültürel gelişimini ve yaşam biçimini görme fırsatınıbuldukları Ruse, Sumen, Razgrad ve diğer yerleşim bölgelerini ziyaret ettiler.

      Türk eğitimcilerBulgaristan gezisinden çok memnun kaldılar. İstanbul gazetesi Sabah'ın bir yorumuna göreTür öğretmenlerinin Bulgaristan'daki sıcak karşılanmaları, iki toplum arasındakidostluğun kutlanmasıydı. Altı yıl sonra 9 nisan 1931'de Sofya II. Erkek Lisesi öğretmenlerindenbir grup Edirne'ye geldi. Edirne'deki meslektaşları kendilerin büyük bir içtenliklekarşıladılar. Bulgar konuklar şehir müzesini, Sultan Selim ve Sultan Murat camilerinive diğer ilginç yerleri ziyaret ettiler. Şehrin kız lisesinde konuklar şerefine özelbir konser düzenlendi. İki ülkenin lise hocaları, kendilerin ilgilendiren konularda -öğrenimsistemi, öğretim programı, öğretim metotları - uzun uzun görüşme fırsatıbuldular. Bu vesileyle Edirne'de basılan Milli Gazete'de Kadri Oğuz tarafından Türk-BulgarDostluğu başlıklı bir baş makale yayımlandı. Yazıda içten ve dostane bir ifadeyleşunlar yazılıydı: "Sofya'dan gelen 24 lise öğretmeni ve 3 eğitmenin Edirne'yiziyaretleri sırasında iki toplumun eğitimcilerinin nasıl karşılaştıklarına tanıkolduk, bir gün, hatta bir saat içinde birbirleriyle kaynaştılar... bu şekilde kurulankarşılıklı samimi bağların, günden güne sağlamlaşacağını umuyoruz".

      1926 Kasımında, Türkiyemaliye Bakanlığı adına altı üyeden oluşan bir heyet Sofya'ya gitti. Türk uzmanlarBulgar vergi mevzuatı ve Bulgaristan'da uygulanan dolaysız vergi sistemiyle ilgiliincelemelerde bulundular. Heyetin başkanı, Maliye Bakanlığı Gelirler Genel Müdürlüğümüdür yardımcısı Şefik Bey'di. Konuklar Sofya'yı, Dupnica'yı, Pernik'i ve dolaylıve dolaysız vergi uygulamalarını yerinde inceleme imkanını buldukları diğer yakınyerleşim bölgelerini gezdiler.

      Bu dönemde Bulgaristan'daözellikle Türk edebiyatı eserleri tanınmaktaydı. En ünlü Türk yazarlarınıneserleri Bulgarca'ya çevrilmişti. Bunlar arasında çok beğenilen eserleri önemli yertutuyordu (Halide Edip'in "Ateşten Gömlek", "Vurun Kahpeye" vb.)Sofya'da çıkan SVOBODNO REC gazetesi, tanınmış Bulgar kadın yazarı Anna Kamenova'nınhazırladığı Edebiyatlar ve Sanatlar sütununda halide Edip'in edebi kişiliğikonusunda geniş bir makale yayınladı. Makalenin başlığı "Türk Georg Sand'ı"idi. Devamında şunlar yazılıydı: "Genç Türkiye'nin kurucuları arasında birkadın uzun süreden beri seçkin bir yere sahip bulunmaktadır. Bu enerjik ve spirituellekadına George Sand adını vermek yerinde olur. Yeni Türk edebiyatını çok sayıdaokuyucusu olan ve beğeni kazanmış sayısız romanla zenginleştirmiştir. Halide Edip.Türk kadının kültürel bağımsızlığını kazanması yolunda gönülden mücadeleverenlerin başında gelir. Halide Edip'le ilgili bir başka makale de Varna'da basılanedebiyat ve sanat dergisi ZENSKO OGLEDALQ'da yayımlandı. Makalede şöyle deniliyordu:"Halide Edip, en ünlü kadın yazarlardan biridir. İlk yapıtları savaşın ilanındansonraya rastlar. Ününü borçlu olduğu "Ateşten Gömlek" romanında, savaştagördüklerini kendine özgü ve büyüleyici bir tarzda kaleme almıştır. Savaşla geçenyılların etkisiyle yazdığı ikinci romanı, psikolojik bir tahlil olduğu kadar çokda ilginçtir". (Vurun Kahpeye"den söz edilmektedir).

      İlerici siyasi fikirlerinodak noktası, edebiyat ve bilim dergisi NAKOVALNİA,1926'da çıkan sayılarındanbirinde, tanınmış yazar Dimitar Poljanov'un kaleminden, Tevfik Fikret'in şiiri VictorHugo'yu anımsatır. Şiir, büyük bir insan sevgisinin ve merhametin izlerini taşımaktadır.Mısralar zengin ve ahenklidir... Tevfik Fikret Türk şairleri arasında şüphesiz ilk sırayıalır". Derginin aynı sayısında Fikret7in, D. Poljanov ve M. Ayvazov tarafındançevrileri yapılmış iki şiiri yayımlandı: Gelecek ve Kutsal Savaş.

Bulgaristan Türklerinin Durumları

       XVIII. yy başlarında Çar Petro, sıcak denizlereulaşmadan Rusya'nın varlığını sürdürme ve büyümesinin mümkün olamayacağınıbelirtiyor ve bunu milli bir amaç olarak gelecek kuşaklara gösteriyordu. Bu amacın gerçekleşmesi,Osmanlı Devleti ile yapılacak savaşlara ve kazanılacak topraklara bağlıydı. ÇarPetro komutasındaki Rus ordusunun 1711'de Osmanlı ordusu karşısında bozguna uğramasınarağmen 1768 ile 1829 yılları arasında yapılan 6 savaşı da kazanan Ruslar, Kırım,Ukrayna, Kafkasya ve Kuzey Azerbeycanı alarak Balkanlar ve Doğu Anadolu'da karadan veKara Denizde ise, denizden Osmanlı Devleti ile ortak sınıra sahip olmuştu. Aynı dönemdeOsmanlı Devleti, bilim ve teknolojide geri kaldığı gibi iç çekişme vehuzursuzluklar, askeri ve idari kadrolardaki görevlilerin rekabet ve kutuplaşmalarıgibi bir çok nedenlerle her geçen gün gerileme ve zayıflama emareleri başgöstermiştir.

      OsmanlıDevleti'nin içinde bulunduğu bu şartlara bir de ağır Rus baskı ve oldukça yıpratıcısavaşlarının eklenmesi ile durum daha da vahimleşmişti.XIX. yy'da çeşitli Balkanhalkları, Rusyanın kışkırtması ile bazı isyanlara teşebbüs etmişlerdir. Ruslaraağır bir darbe indirmeden Osmanlı Devletinin rahat bir nefes alamayacağını gören ReşitPaşa, mahir bir diplomasi ile İngiltere, Fransa ve Sardunya devletleri ile ittifakkurarak Ruslara karşı Kırım Savaşını başlatır. 2.5 yıla yakın süren ve çokkanlı geçen muharabelerden sonra müttefik orduları, Rus birliklerini ağır biryenilgiye uğratır ve 1856'da Kırım'ı işgal eder. Kırım Savaşı sonunda imzalananParis Antlaşması ile Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğü teminat altına alınmış,Kara Deniz tarafsız bir hale getirilmiş ve bu sularda tersane ve donanma bulundurulmasıyasaklanmıştır. Bu durum, belirli bir süre için de olsa Türkiye'yi rahatlatıyordu.

      Diğer Balkan milletlerigibi Bulgarlar da, milliyetçilik duyguları ve Rusya'nın teşvik ve tahrikleri ile XIX.yy'da Osmanlı Devletinden ayrılarak bağımsız bir devlet kurma çabası içine girmişlerdir.Bulgar milliyetçiliği; Fransız ihtilalinin etkisi, eğitim faaliyetlerinin yaygınlaşması,Bulgar kilisesinin Fener Rum kilisesinden ayrılarak bağımsız olması ve etki alanınında daha sonra kurulacak Bulgaristan coğrafyasını kapsaması gibi sebeplerle gelişmiştir.Rusyanın teşvik ve tahrihleri ise, Balkanlarda kurulacak ve Ege Denizinde sınırıolacak bir devlet vasıtası ile sıcak denizlere açılma hesabına dayanmaktadır.
Kırım'da yediği darbe sonrası Rusya, Osmanlı Devletine karşı saldırgan tutumunubir süre için tehir etmekle birlikte, bir taraftan çeşitli yardım dernekleri vasıtasıile Panslavist bir siyaset güderken diğer taraftan da Paris Antlaşma hükümlerini değiştirmekiçin fırsat kollamıştır. Müteakip zaman diliminde Rus teşvik, tahrik ve desteğiile Balkanlarda çeşitli isyan hareketleri görülmüştür. Bu tür hadiseler, OsmanlıDevletinin zamanında aldığı çeşitli idari ve askeri tedbirlerle bastırılmıştır.

      Ancak Rusların hasretlebeklediği fırsat, Eylül 1870'de Fransa'nın Prusya'ya yenilmesi ile oluşuyordu. Birliğinisağlayan Almanya, Avrupa'daki tüm hesap ve kuvvet dengelerini değiştirmektedir. Rusya,Paris Antlaşmasını imzalayan devletlere 31 Ekim 1870'de gönderdiği nota ile, artıkKara Deniz'in tarafsızlık statüsü ile burada tersane ve donanma bulundurma yasağınıkabul etmeyeceğini bildirmiştir. Bunun üzerine imzalanan Londra Protokolü ile de, Rustalepleri kabul edilir. Akabinde Rusya, Osmanlı tebaası Balkan haklarını silahlandırmave kışkırtmayı daha da artırır. Bu durumda çeşitli Bulgar isyanları olmuşsa da,her seferinde Osmanlı ordusu duruma hakim olmuş ve isyanları kısa sürede bastırmıştır.Daha sonra Ruslar, Almanya ve Avusturya ile hazırladıkları Berlin Muhtırasını,Osmanlı devletine vermiştir (11 Mayıs 1876). Ancak buna İngiltere'nin katılmamasıile de muhtıra geçersiz kamıştır. Arkasından Ruslar, Sırbistan ve Karadağ'ıOsmanlı develetine karşı savaşa sürmüş ve İngiliz kamuoyunu etkilemek içinde,"Türklerin Bulgarları katlettiği" şeklinde asılsız bir propoganda başlatmıştır.

      Avrupa'nın desteğini temineden Rusya, Sırbistan ve Karadağ'ın yenilmesi üzerine, Türkiye'ye bir ültümatomvererek askeri harekatı derhal durdurmasını istemiştir. Daha sonra İstanbul'da birkonferans (Tersane) toplanmış ve "Sırbistan ve Karadağ'a toprak, Bosna-Hersek veBulgaristan'a otonomi vermesi" Osmanlı Devletine iletilmiştir. Bu talebin Türklercereddedilmesi üzerine Rusya, bir taraftan diplomasi ile diğer Avrupa devletlerininmuhtemel savaşta tarafsız olmalarını temine çalışırken diğer taraftan da büyükaskeri hazırlıklara başlamıştır. Bu arada 30 Mart 1877'de imzalanan Londra Protokolü(Tersane kararlarını içeren), Osmanlı devletine iletilmiş ve reddedilmiştir. Bununüzerine Rusya, Avrupa hukuğunu koruma bahanesi ile 24 Nisan 1877'de Osmanlı devletinebir savaş başlatmıştır. Böylece Türk tarihinde 93 Harbi olarak anılan BalkanlardaTuna ve Kuzey Doğu Anadolu'da Kafkas cephelerinde cereyan eden büyük ve kanlı bir savaşyaşanmıştır. Savaşın başlaması ile Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya veAvusturya tarafsızlık ilan ederken; Romanya, Sırbistan ve Karadağ ile Bulgar çeteleriRusların safhında savaşmışlardır. Gazi Osman Paşa ile Plevne'de ve Ahmet Muhtar Paşaile de Doğu Anadolu'da bazı başarılar elde edilmişse de, bu savaş, Türk tarihininen büyük felaketlerinden biri olmuştur. Türklerin bu savaşı kaybetmesi; mali güçlükler,iaşe ve cephane eksikliği, tecrübeli subayların yetersizliği, kumandanlar arasıihtilaflar ve harbin saraydan idare edilmesi gibi sebeplere dayanmaktadır.

       Savaşınkaybedilmesinden sonra Türk ve Rus heyetleri arasında 3 Mart 1878'de Yeşilköy Antlaşmasıimzalanmıştır. Buna göre; Doğu Anadolu ve Rumeli'de büyük Osmanlı toprak kaybınınyanısıra Romanya, Sırbistan ve Karadağ'ın bağımsızlığı ve Tuna eyaletindekurulacak geniş bir Bulgaristan Prensliği de kabul ediliyordu. Ancak büyük Avrupadevletleri, Yeşilköy Antlaşmasını kendi çıkarlarına uygun bulmayarak 18 Haziran1878'de Berlin Kongresini tertiplemişlerdir. Buna göre; Doğu Anadolu'daki bazı yerlerOsmanlı'ya iade ediliyor (Beyazit ve Eleşkirt), Romanya, Sırbistan ve Karadağ meselesiaynen kabul ediliyor, Büyük Bulgaristan küçültülerek Balkan Dağları kuzeyinde oluşuyor,Makedonya ve Balkan Dağları ile Ege Denizi arası topraklar Osmanlıya bırakılıyordu.Ayrıca Balkan Dağları güneyinde kısmi özerk statüde "Doğu Rumeli" adlıyeni bir eyalet kuruluyordu. Böylece 93 Osmanlı Rus savaşı ve sonucunda imzalananBerlin Antlaşması ile, nüfusunun yarıdan fazlası Türk olan bir Bulgaristan devletidoğmuştur.

 

Osmanlı Döneminde Bulgaristan Türkleri

       Prenslik Dönemi ( 1878 - 1908 ) Türkler, yaklaşıkbin yıldır Balkanlarda yaşamaktadır. XVI. yüzyılda Bulgaristan nüfusunun büyükbir kısmını Müslüman Türkler teşkil ediyordu. Bulgaristan Türkleri, genelde Osmanlıdöneminde Anadolu'nun çeşitli yörelerinden Rumeli'ye gitmiş yörüklerden oluşmaktadır.Bu yörük grupları arasında; Vize (Hayrabolu olarak da anılır), Naldöken, Tanrıdağıve Karagözler önemli bir yer teşkil etmektedir. Osmanlı döneminde Anadolu'dan bölgeyegöçen Türkler, buradaki yerli Türk halkla kaynaşıp çoğalmışlardır. Böylece bölgedebir Türk varlığı oluşmuştur. Hoşgörülü ve adil Osmanlı yönetimi altındaBulgarlar, milli varlık ve kültürlerini koruyabilmişlerdir.

       Osmanlı İmparatorluğu; Asya'daAnadolu, Avrupa'da Rumeli ve ortada başkent İstanbul jeopolitik dengesi üzerine kurulduve yaşadı (1987: 47). 1876'da Tuna vilayetinin altı sancağında (Niş hariç), Türkve Bulgar nüfus eşit ve 1.100.000 dolayındaydı. Berlin Antlaşması ile Doğu Rumeliadını alan bölgede ise 1876'da, 681 bin Türke karşılık 483 bin Bulgar yaşamaktaydı.1877-78 Osmanlı-Rus savaşı esnasında 1 milyon bölge Türkü kanlı bir şekildeyurtlarından göçe zorlandı ve bunlardan yarısı soykırım ve ağır tabiat şartlarındanötürü katledildi. Böylece Osmanlı Tuna eyalet topraklarında azınlıkta olanBulgarlara bir ülke oluşturuldu. Diğer bir ifade ile Rus yetkili makamlarınca dabelirtildiği gibi bu savaş, "bir ırklar ve yok etme" savaşı olarak planlandıve uygulandı. Çoğunlukta olan Türkler, beşyüz yıldır yaşadıkları vatanlarındaazınlık konumuna düştüler. Yine de Bulgaristan Türklüğü tamamen ortadan kaldırılamadı.Örneğin Ocak 1881'de ülkenin kuzeydoğu bölgelerinde hala Türkler, %65'lik bir çoğunluğuteşkil ediyordu (1987: 48-49). Bölge tarım arazilerinin %70'ine sahip olan Türklerinazınlığa düşürülmesi ile ekonomik durumları da kötüleştirildi.

      Bölge Rus işgaline düşmüşve Berlin andlaşması ile, Balkan dağları kuzeyinde bir Bulgaristan Prensliği ve güneyindeise, Doğu Rumeli Vilayeti kurulmuştu. Bu iki bölge yönetimi de fiilen Bulgarlarıneline geçmiştir. 93 Harbi sonrası Rus askeri birlikleri bölgeden çekildikten sonraBulgarlar, Türklere karşı tam bir baskı ve zulüm politikası uygulayarak göçezorladılar. Binlerce Türk kurşuna dizilmiş, hamile kadınlar katledilmiş, camileredoldurularak yakılmışlardır. 1883 yaz ortasından itibaren üç aylık dönemde 200bin Türk, Türkiye'ye geldi. Bu göçler, 1886-90 arasında 75 bin, 1893-1902 arasında70 bin olarak sürmüştür. Savaş sonrası kısmen yaralar sarılmış ve Türkler bazıkültürel haklar elde etmişlerdir. Bulgaristan, 1885'te Balkan Dağları güneyindeki DoğuRumeli vilayetini ilhak ederek büyümüştür.

      1864'de kurulan TunaVilayeti "pilot bölge" seçilerek Mithat Paşa'nın yönetimi altında, eğitimalanında büyük atılımlar yapmış ve ülkenin en ileri bölgelerinden birisi olmuştu.1875'te bu vilayette Türklere ait; 2700 ilkokul, 40 ortaokul ve 150 medrese bulunuyordu.Ancak Osmanlı-Rus savaşı esnasında Türk eğitim kurumları yakılıp yıkılmış vebüyük darbe yemişti. 1886 yılından itibaren Bulgaristan Türk eğitimi, yavaşta olsabir toparlanma dönemine girmiştir. 1894/95 öğretim yılında, 1284 ilk ve 16 orta okulolmak üzere Bulgaristan Türklerinin 1300 okulu faal durumdaydı. Ancak Türk okulları,devlet desteğinden yoksun olduklarından araç-gereç ve formasyonlu öğretmen açısındanoldukça sıkıntı içindeydi.

      Berlin Antlaşması,Bulgaristan'da yaşayan Türklerin dini, kültürel ve eğitim konusundaki hak ve özgürlüklerinigaranti altına alıyor ve bunların Bulgar anayasasında yer alacağını hükme bağlıyordu.1884'de çıkartılan Resmi ve Özel Okullar Yasası, Berlin Antlaşması kararları doğrultusundaTürk okullarını özel statüde sayıyor ve bunların yönetim ve denetimini Türkcemaatine bırakıyordu. 1891'de yürürlüğe giren Milli Eğitim Yasası, Türk okullarıüzerindeki yerel yönetim yetkisini artırıyordu. 1908 başında çıkartılan İlk veOrta Öğretim Yasası ile, görünürde Türklere kendi dillerinde eğitim hakkıverilmekle birlikte gerçekte eğitim özgürlüğünü kısıtlamak ve Türkleri cahil bırakmakamaçlanıyordu.

      Bulgaristan Prensliğininkurulmasından itibaren Osmanlı-Bulgar ilişkilerinin odak noktasını Bulgaristan Türkazınlığı oluşturmuştur. Osmanlı yönetimi, soydaşların hak ve özgürlüklerini,eğitim durumlarını ve dini faaliyetlerinin korunması yönünde girişimlerde bulunmuştur.23Temmuz 1908'de ilan edilen II. Meşrutiyet sonrası kaos ortamında Bulgaristan Prensliği,5 Ekim 1908'de krallık ilan ederek Osmanlı Devletinden ayrılmıştır. Bu yeni dönemdeBulgar yönetimi, içte Türkler üzerinde tekrar baskı ve dışta ise diğer devletlerigölgede bırakacak bir emparyalist politika uygulamaya başlamıştır. Osmanlı devleti,19 Nisan 1909'de Türk ve Bulgar hükümetlerince İstanbul'da imzalanan bir protokol ileBulgaristan'ın bağımsızlığını tanıyordu. Bu protokol; Bulgaristan TürklerininBulgarlarla eşit haklara sahip olması ile birlikte özel azınlık haklarını, eğitimve dini hürriyetlerini bir kez daha güvence ve teminat altına alıyordu.

     1909'da çıkartılan Bulgar MilliEğitim Yasası ile, tüm eğitim ve öğretim kurumları bir araya toplanıyor vedenetimi hükümet yönetimine bırakılarak merkezileştiriliyordu. Bulgar emsallerindenen az on kat daha yoksul olan Türk okulları, yerel ve genel yönetimlerden hiç maddidestek alamıyorlardı. Ayrıca anılan yasa ile Bulgar okullarına çeşitli gelirgetirici fonlar sağlanırken Türk okulları bundan mahrum edildi. Amaç; Türk çocuklarınıeğitimsiz ve cahil bırakmaktı. Bütün bu olumsuz şartlara rağmen Bulgaristan Türk eğitimi,yavaşta olsa bir gelişme içindeydi. Bulgaristan'da en fazla Krallık döneminde Türkbasını canlılık göstermiştir. Bu dönemde yaklaşık 80 dolaylarında dergi vegazete yayın hayatındaydı.

Faşist Dönem

       Bulgaristan kurulduğunda birçok yörede Türkler çoğunluktaydı.Bu durum göçlerle azaltıldı. 1934 sonrası Bulgarlar, bir toprak ihtilali yaparak Türklerinelindeki arazilere el koydular. II. Dünya Savaşı başladıktan sonra Bulgaristan, 1Mart 1940'ta Berlin Paktı'na girmiş ve Almanya safında savaşa katılmıştır. ÇünküBulgarlar; Dobruca, Makedonya ve Batı Trakya'yı almak istiyorlardı. 1 Aralık 1943Tahran Konferansı'nda müttefikler, Bulgaristan'ı Sovyet nüfuzuna bırakma kararı aldılar.Bunun üzerine Rusya'nın yardım ve desteği ile kurulan gizli vatan cephesi militanları1942'de Bulgaristan'da bir iç savaş başlattılar. Bulgar toprakları, 5 Eylül 1944'tenitibaren Sovyet Kızıl Ordusu tarafından işgal edildi; 15 Ekim 1944'de ise ülke,Bulgaristan Halk Cumhuriyeti adını aldı. Savaş sonrası 1946'da yapılan referandumlada ülke, sosyalist aile üyelerinden biri olmuştur.

      1944'de yönetime gelen komünistler, azınlıkdesteğini temin için önce baskı politikasına son verdi. Ancak 1946 sonrası özelokul statüsündeki Türk okullarını devletleştirdi ve arkasından da tek tip birsosyalist Bulgar toplumu oluşturmaya kalkıştı. Okullardan din derslerinin kaldırılmasınıTürkçenin yasaklanması ve Türk adlarının değiştirilmesi izlemiştir. Bu dönemde Türkazınlık okullarının sayısı, 1200'e kadar ulaşmış, Türkçe kitaplar bile basılmıştı.Bulgarca hariç diğer tüm dersler Türkçe yapılan bu okulların giderleri, soydaşlarımızve vakıflar tarafından karşılanmaktaydı. Ancak 12 Ekim 1946'da çıkarılan bir yasaile; okul ve camilere ait vakıflar kamulaştırılmış, özel statüdeki Türk okullarıdevletleştirilmiş ve Eğitim Bakanlığı denetimine girmiştir 1944 öncesi Türkokullarında 23 olan ders kitap adedi, 1953/54 öğretim yılında 85'e yükselmiştir. Türkokulları ve bu okullarda okutulan ders kitaplarındaki artış, Türk çocuklarına komünistideoljiyi aşılama niyetine dayanmaktadır. Böylece Türklerin gelecekle ilgili endişeleriartmış ve göç istekleri kamçılanmıştır. Ancak II. Dünya savaşı esnasında Türklerinsatacakları mal bedellerini ülke dışına çıkartma yasağı göçü engellemiştir.

      Türk azınlık okullarınındevletleştirilmesi sonrası yeni ders kitapları da hazırlanmıştı. 1947/48 öğretimyılından itibaren okutulmaya başlanan bu kitaplar, bir geçiş dönemi kitaplarıydı.Yani bunlar; 1930'ların milliyetçilik, Türklük aşılayan kitaplarına benzemediğigibi komünist ideolojinin propagandasını da içeren kitaplar değildi. Müteakip yıllardaBulgaristan Türk azınlık okul müfredatları, belirli bir plan ve program dahilinde süreklideğiştirilerek Türk çocuklarını komünistleştirme istikametinde gelişmiştir.Hatta bu uygulama kapsamına kreş ve anaokulları da dahil edilerek ve buralarda daBulgarca eğitim verilmiş ve komünist terbiyenin ilk tohumları atılmıştır. Genelkomünist eğitim sistemi içinde Türkiye yabancı ve bir düşman devlet olarak öğretilirken;Sovyetler Birliği, sonsuz hayranlık ve minnet duyulacak bir anavatan olarak öğretilmiştir(1986: 196-232).

      Türkiye'nin bağımsızlığınıkazanması akabinde Türkiye ve Bulgaristan arasında 18 Ekim 1925'te Ankara imzalananikamet sözleşmesi ile Bulgaristan'dan Türkiye'ye göçler konusu hukuki temellereoturtuluyordu. Bu sözleşme sonrası yıllarda da çeşitli Türk göçleri yaşanmıştır.Örneğin 1923-39 yılları arasında yaklaşık 200 bin soydaş Türkiye'ye gelmiştir.II. Dünya Savaşı başları ve sonrası yıllarda ülke dışına çıkışlar yasaklanmışolduğundan benzer göçlerde bir yavaşlama olmuş ve böylece göçmen sayısı 20 bindekalmıştır.

 

Sosyalist Dönem

       II. Dünya Savaşı sonrası Bulgaristan'da rejim değişikliğiolmuş ve ülkede bir komünist dönem başlamıştır. Bu yıllarda büyük işgücüihtiyacı duyan Bulgaristan, bir taraftan Türk göçünü engelleme çabasındayken; diğertaraftan da, Türk sosyal kurum ve topraklarına el koyarak huzursuzluk ve göç isteğiniartırma gibi çelişkili bir tutum içindedir (Tarihte Türk Bulgar İlişkileri, 1976:107). Bu karmaşık ortamda Türk azınlığa ait tarlalar ellerinden alınmaya, okullardevletleştirilmeye ve Bulgarlaştırılmaya, önemli Türk aydınlar tutuklanmaya başlandı.Özellikle 1947 sonrası artan bu tür baskı politikaları, Türk azınlık üzerindeinfial yarattı ve milli benlik ve yeni nesilleri koruma endişesine sevketti. Böylece büyükbir soydaş kitlesi, Türkiye yetkili ve diplomatik temsilciliklerine müracaat ederek göçtaleplerini iletmişlerdir. Bu talepleri değerlendiren Türk hükümeti, 31 Mayıs1947'de aldığı bir kararla II. Dünya Savaşında Sovyetler Birliği'nden Avrupa'ya sığınansoydaşlarımızdan mülteci kabulü ile Bulgaristan'dan serbest göçmen (hükümettenyardım almıyacak) kabulünü karara bağlıyordu.

       Bu kapsamda 1947-50 arası her yıl1-2 bin arası bir göçmen kitlesi gelmiştir. Ama 10 Ağustos 1950'de Bulgar hükümeti,Türkiye'ye bir nota vererek Bulgaristan Türklerinden 250.000 kişinin üç ay içinde Türkiye'yegöçmen olarak alınmasını talep etmiştir. Bunun üzerine gergin olan Türk-Bulgar ilişkileridaha da kötüleşti ve karşılıklı bir nota düellosuna girildi (1986: 212-223).Bulgaristan adeta bir tehcir operasyonu ile Türk ekonomisini felç etmek ve Türkiye'yicezalandırmak istiyordu. Ayrıca Bulgaristan, göçmen kitleleri arasına bazı zararlıinsanlar sokmayı ve göçmenlerin mallarını yok pahasına satmalarını arzuluyordu.Bulgar entrikalarını engellemek için Türkiye, Bulgaristan'dan gelecek soydaşlara vizeuygulamış ve bu kapsamda 1 Ocak 1950 ile 30 Eylül 1951 tarihleri arasında 212.150 kişiyeTürkiye'ye giriş vizesi vermiştir (bunların hepsi Türkiye'ye gelemediler). Türkiye,Ocak 1950'den başlayan ve gittikçe artan oranlarda göçmen kabul etmiştir. Ancak üçaylık bir süreçte 250.000 kişinin kabulü mümkün değildi. Bu şekilde göç akınısürerken Bulgarlar, Türk göçmenler arasına vizesiz bazı kimseler ile Çingenelersoktular.

       Bunun üzerine Türkiye,bunları Bulgaristan'a iade etmek istemiş ve Bulgaristan ise buna yanaşmamıştır.Arkasından Türkiye, 7 Ekim 1950'de sınırı kapattı. Vizesiz kimselerin geri alınacağıve bir daha da benzer olayların yaşanmayacağının Bulgarlarca kabul edilmesi üzerine,Türk-Bulgar sınırı 2 Aralık 1950'de tekrar açıldı. Bunun üzerine 1950-51 kışınınAralık, Ocak ve Şubat aylarında 20'şer binin üzerinde göçmen kitlesi Türkiye'ye sığındı.Nisan'da Türk hükümeti aldığı bir kararla 1 Ocak 1950'den beri Bulgaristan'dan Türkiye'yegelmekte olan tüm göçmenler "iskanlı göçmen" statüsüne (yani devletdesteği verilecek) alındı (1986: 224-225). 1951 yazı esnasında sayıları gittikçeazalmakla birlikte göç yürüyordu; ama Bulgaristan, yine göçmenler arasına bazıvizesiz ve Çingene kişileri soktu. Bunun üzerine Türkiye, Haziran-Ekim 1951 tarihleriarasaında altı nota vererek istenmeyen kişilerin geri alınmasını ve sahtekarlıkyapanların bulunup cezalandırılmasını talep etti. Bulgarların Türk notalarınaolumlu bir cevap vermemesi üzerine Türkiye, 8 Kasım 1951'de ikinci kez Türk-Bulgar sınırınıkapattı. Buna karşılık Bulgar hükümeti, 30 Kasım 1951'de Bulgaristan'dan Türkiye'yegöçü kesin olarak yasaklıyordu (Eminov 1990; Şimşir, 1986: 226-227). 1950-51 yıllarınıkapsayan dönemde toplam 154.393 soydaş Bulgaristan'dan Türkiye'ye göçmen olarak gelmiştir(1989: 73). Bu göçmenler, kısa sürede ev sahibi olmuş ve üretici duruma geçmişlerdir.

      Sosyalist bir ülkedenkapitalist Türkiye'ye göç, komünist camiada hoş karşılanmamış ve Stalin'in emriile durdurulmuştur. Ayrıca Stalin, Bulgaristan Türklerinin ileride Türkiye'de yapılacaksosyalist devrimin öncüleri olarak yetiştirilmelerini de emreder. Bunun üzerineBulgaristan'da kapatılmış olan Türk okulları Türkçe eğitim verecek şekildeyeniden açılır. Ancak 1950-51 yıllarındaki büyük göçle yetişmiş elemanların çoğuTürkiye'ye göçtüğünden öğretmen sıkıntısı çekilir. Bu problemin çözümü içinBulgaristan Türklerinin eğitiminde "Azerbeycan" model seçilir ve 1952 yılındabu ülkeden Bulgaristan'a birçok Azeri uzman ve danışman getirilir. Azeri uzmanlarBulgaristan Türk eğitimini inceledikten sonra hazırladıkları raporda Türklerin eğitimaçısından çok geri kaldığı ve alınması gerekli tedbirleri belirtmişlerdir. Bununüzerine Bulgar hükümeti, Bulgaristan Türk okullarının durumunu iyileştirmek için 5Ağustos 1952 günü bir dizi kararlar alır. Bunlar; Türk pedagoji okulları açılması(Kırcaali, Razgrat ve daha sonra Sofya'da), Türk kız lisesi ve ortaokulu açılması(Rusçuk'ta), Türk öğrencilere burslar verilmesi, yeni Türkçe ders kitapları hazırlanmasıve Sofya Üniversitesi'nde Türkler için yeni bölümler açılması gibi konuları içeriyordu(Yenisoy, 1997: 1784-86).

      Yeni açılan okularda bazıAzeri hocalar da görev almış ve Bulgaristan Türklerinden seçtikleri asistanları yetiştirmişlerdir.Yine bu dönemde 30 dolayında Türk öğrenci, yüksek öğrenim yapmak için Azebeycan'agönderilmiştir. Azeri uzmanlar, Bulgaristan Türk okul müfredatlarının gelişmesi vegüncelleşmesine büyük katkı sağlamışlardır (Yenisoy, 1997: 1786-87). AncakBulgaristan Türklerine uygulanan sosyalist içerikli eğitim planı tutmamış; bilakisAzeri Türk uzmanların gayretleri ile soydaşlarımızın Türklük bilinci ve milliyetçilikduyguları daha fazla artmıştır (1991: 47). Stalin'in ölümü ve Türkiye'de sosyalistbir devrimin mümkün olamayacağının anlaşılması ile Bulgar yönetimi, Türk azınlığayönelik politikaları silbaştan değiştirmiştir. Bu kapsamda; 1956'dan itibaren Azeriuzmanlar ülkelerine gönderilmiş, Sofya Üniversitesi'ndeki Türklere ait bölümlerkapatılmış, Türk öğretmen okulları ve liselerindeki eğitim dili tekrar Bulgarcaolmuştur. Ayrıca yüksek okul mezunu Türk gençlerine uzmanlık alanlarında görevverilmemiştir. Daha sonra Türklere ait ana, ilk ve ortaokullar ile liseler kapatıldı,Türk tiyatro faaliyetleri durduruldu, komünist propaganda içerikli hariç Türkçekitap basımı yasaklandı, Türkçe radyo yayını sona erdi.
Komünist rejim döneminde Bulgaristan'da sanayileşme ve ağır sanayi geçiş çabalarındakonunun sosyal boyutu düşünülmedi. Böylece köyler boşaldı. Diğer taraftankooperatiflerin yaygınlaşması ve özel mülküyetin yasaklanması, tarımsal ve ziraiüretimde verimsizliğe neden oldu. Bu durum, bir tarım ülkesi olan Bulgaristan'ın dışpazarlara tarımsal ürünler ve kaliteli sanayi mamülleri satamamasına sebep oldu.

1989 Sonrası Bulgaristan Türkleri

       10 Kasım 1989'da Jivkof rejiminin yıkılmasıakabinde Bulgaristan Devlet Konseyi, 1984 - 89 arası dönemde Türk ve diğer azınlıklarakarşı yapılan hataları kabul etmiş ve bunların düzeltileceğini vaadetmiştir. Böylecezorla değiştirilen Türk adları iade edilecek, Türkçe konuşma yasağı kalkacak ve Türkçocukları kendi okul ve anadillerinde eğitim yapabileceklerdi. Ancak bu konuda Türktoplum temsilcileri ve Bulgar yöneticileri arasındaki görüş ayrılığı uzun süregiderilemedi. Temmuz 1991'de resmileşen yeni Bulgar anayasası da, azınlıklara kendianadillerini öğrenme ve kullanma hakkı tanıyordu. Buna rağmen Türk öğrencilerin Türkçedersler alması sürekli erteleniyordu. Bunun üzerine Türk aileler, çocuklarınıokullara göndermeme ve açlık grevi yapma gibi yöntemlerle Bulgar yönetimini protestoettiler.

      Butepkiler karşısında Eğitim Bakanlığı, Türkçe derslerin başlatılması kararıaldı. Ancak bu haktan ilk ve ortaokullara devam eden Türk çocuklarından sadece %40'ıfaydalanabiliyordu (toplam 100 bin öğrenciden 40 bini). 89 büyük göçü ile Türk aydınve öğretmenlerinin çoğunun Türkiye'ye gitmesi ile, Türkçe ders verecek elemanbulunamaması diğer bir olumsuzluktu. Böylece bir kez daha Türk öğretmen yetiştirilmesigündeme geldi. Bu kapsamda; 1992'de Şumnu Yüksek Pedagoji Ensititüsü ve 1993'de Kırcaaliİlk ve Ortaokul Öğretmen Ensititüleri'ne Türkçe öğretmeni yetiştirecek sınıflaraçıldı. Benzer şekilde 1990'da Sofya'da ön lisans düzeyinde İslam Ensititüsü veŞumnu'da İmam-Hatip Lisesi açıldı. Bunları 1991'de Ruscuk ve Mestanlı İmam-Hatipliseleri izledi.

      1989 sonrası Bulgaristan'dakurulan 160 civarındaki siyasi partinin 4'ü Türklere aitti. Bunlar: (1) Hak ve ÖzgürlüklerHarekatı (HÖH), (2) Demokratik Gelişim Harekatı (DGH), (3) Demokratik Adalet Partisi(DAP) ve (4) Türk Demokratik Partisi (TDP) olarak belirtilebilir. Bu partilerden ilkiolan HÖH Partisi, 1990 seçimlerinde 400 üyeli parlemontaya 23 millletvekili soktu. Aynıparti, 1991 seçimlerinde oyların %7.55'ini aldı ve milletvekili sayısını 24'e yükselti.Daha sonra yapılan yerel yönetim seçimlerinde ise, 27 belediye başkanı ve 653 köymuhtarlığı kazandı. Aralık 1994 seçimlerine üç Türk partisi katıldı. Bunlardanen büyüğü olan HÖH, %5.44'e tekabül eden 282.000 oy aldı. Bu partinin bir öncekiseçimlere göre 160.000 dolayındaki oy kaybı; bir bakıma iktidar ortağı olduğu birönceki dönemde varlık gösterememesi, Türkiye'ye göçün sürmesi ve oyların bölünmesigibi sebeplere dayanmaktadır. Üç Türk partisinin Aralık 94 seçimlerinde aldıklarıoy toplamı 320.000 dolayındadır. Türkler, HÖH ve diğer Türk partilerinden memnunolmadıkları için bunlara oy vermemişlerdir. İyi hazırlıklı ve programlı bir Türkpartisi, muhtemelen 700.000 dolayında oy alabilecektir. Ayrıca Türkiye'de bulunan soydaşlarımızdan50.000 dolayında bir kitle Aralık 94 seçimlerinde oy kullanma hakkına sahip olmasınarağmen bunlardan ancak 2.700'ü oy kullanmıştır.

      Aralık 1994'de yapılan seçimleri,ülkenin içinde bulunduğu sosyal ve siyasi kaos ortamını lehine çeviren BulgaristanSosyalist Partisi kazanmıştır. Türklerin zorla Bulgarlaştırıldığı dönemde EğitimBakanı olan Dimitrov yeni hükümetin Eğitim, Bilim ve Teknoloji Bakanı olmuş ve Türklerebaskı ve işkence yapan emniyet mensupları da önemli görevlere getirilmiştir. Bu dönemdehükümet, Müslüman halkın seçtiği Fikri Salih'i başmüftülük görevinden almışve çeşitli entrikalarla Nedim Gencev'i Yüksek Diyanet Kurulu Başkanlığı'na veGencev'in bir yandaşını da Başmüftülük makamına getirmiştir. Bu atamaların Müslümanhalk tarafından kabul edilmemesi üzerine, atanmış ve seçilmiş olmak üzere ülkedebir Başmüftü ve müftüler sorunu yaşanmıştır. Müftü atamasının Yüksek mahkemetarafından reddi uygulanmamıştır.

      Bulgaristan nüfusu ve aktifiş gücü, 89 göçü sonrası büyük oranda azaldı. Bu göçün dışında 250 bindolayında Bulgar genci batı ülkelerine iltica etti. 1990'lı yılların ortalarındaBulgaristan halkının sıkıntıları ve sosyalist kökenli meclis üyeleri ile hükümeteduyulan güvensizlik doruk noktasına çıktı. Ülke, çok büyük siyasi, ekenomik vesosyal bunalım ve kaos içine düştü. İnsanlar, aç ve perişan iken; resmi devlet güçleridahi yeraltı dünyası ile işbirliğ yapmakta veya bunlardan birisi konumundaydı. Ülkeçapında yönetim alehtarı büyük gösteriler yapıldı. Bu durum, 10 Ocak 1997'demeclis binasının işgali ve yakılmasına kadar vardı. Bir iç savaşın başlamasınaramak kalan ülkede hükümet istifa etti ve erken genel seçimlere gidildi. 19 Nisan1997'de yapılan genel seçimlerde 240 parlemonto üyeliğinin 137'sini Demokratik GüçlerBirliği Partisi kazandı. Bu seçimlerde HÖH, Türk seçmenlerden bile ancak %52 oranındaoy alabilmiştir.

      Günümüzde Bulgaristan Türklerineait 8 gazate çıkmaktadır. Bunlardan Zaman, Türkiye'de yayınlanan aynı gazateninBulgaristan Türkleri için haftalık baskısı iken; diğer gazateler; Hak ve Özgürlük,Filiz, Müslümanlar, İslam Kültürü, Güven, Cır Cır ve Balon'u soydaşlar, kendigayretleri ile çıkartmaktadır. Ayrıca Türkçe kitaplar da basılmaktadır. İlk veortaokullarda haftada 4 saat seçmeli Türkçe dersleri oktulmaktadır. Bulgar yönetimi,Pomak Türklerine mensup çocukların Türkçe derslere devam etmelerini engellemektedir.Bulgaristan radyosu, haftada birkaç saat Türkçe yayın yapmaktadır. Taahüt edimesinerağmen benzer yayınlar, Bulgar devlet televizyon kanalında henüz başlamamıştır.Buna karşılık Türk köyleri, büyük uydu antenleri almak sureti ile Türkiye'de yayınyapan televizyon kanallarını izleyebilmektedir. Böylece Türkiye ile milli ve manevi bağlarınkuvvetlendirilmesi ve daha güzel Türkçe konuşulması mümkün olabilmektedir. Yasalbir engel olmamasına rağmen Bulgaristan Türkleri, henüz özel bir radya istasyonu veyatelevizyon kanalına sahip bulunmamaktadır.

      1992 resmi nüfus sayımınagöre Bulgaristan'da, toplam nüfusun %13'üne tekabül eden 1.000.000 dolayında Türk yaşamaktadır.Ancak bu ülkede 2 milyonu Türk olmak üzere 3 milyon dolayında Müslüman yaşadığısanılmaktadır (1745). Günümüzde Bulgaristan Türklerinin en önemli sorunlarının başındaişsizlik ve bunun sebep olduğu göç yer almaktadır. 1989 büyük göçünden bu yana200.000'in üzerinde soydaşımız ağır Türk vizesine rağmen Türkiye'ye göçmüştür.1995 sonrası Bulgaristan Türklerinin karşılaştığı önemli problemler şöyle özetlenebilir:%90'lara varan işsizlik, aşırı yoksulluk, yüksek öğretimin paralı olmasındandolayı bu eğitime devam edememe ve kültürel kimlikleri koruyup-geliştirecek basın veyayın organlarının olmaması. 1993 yılından itibaren diğer Türk topluluklarındaolduğu gibi Bulgaristan Türkleri arasından da, Türkiye'ye yüksek öğrenim görmek içinöğrenciler gelmiştir. Ancak Türkiye'de bin dolayında yüksek öğretim yapan soydaşçocuklarının diplama denklikleri henüz Bulgar makamlarınca tanınmamıştır.

      Günümüzde Bulgaristan Türklerininsiyasi ve dini açıdan birlik sağlayamamaları, soydaşlarımızın güvensizlik vekaramsarlık içinde olmalarına dayanmaktadır. Bulgaristan Türkleri, 1990 sonrası çeşitliHıristiyan misyonerlerin ilgi alanındadır. Bu konuda Pomak Türkleri ve Müslüman Çingenelere,Bulgar hükümeti desteği ile de özel bir önem ve öncelik verilmektedir. AyrıcaBulgar yönetimi, Pomak Türklerini ayrı bir dini kurum altında teşkilatlanmasını sağlamaksureti ile Türk birliğini bozmaya çalışmaktadır. Diğer taraftan artık BulgaristanTürkleri, dini liderlerini seçebilmektedirler ve günümüzde bu görevi Fikri SalihEfendi yürütmektedir. Ayrıca soydaşlarımız, daha önce gasbedilen vakıf mallarınıgeri alma çabası içindedirler.

 


ARİF ERTÜRK
 
selamunaleyküm.ARİF ERTÜRK
HACE AHMET YESEVİ
 
BAŞINA SARIK BAĞLAR,
KENDİNE MÜRİT ARAR,
İLMİ YOK NEYE YARAR,
AHİR ZAMAN ŞEYHLERİ..
YUNUS EMRE
 
EMEKSİZ ZENGİN OLANIN,
KİTAPSIZ BİLGİN OLANIN,
SERMAYESİ DİN OLANIN,
REHBERİ ŞEYTAN OLMUŞTUR.
 
SİTEMİZİ ZİYARET EDEN 115951 ziyaretçi (242951 klik) KİŞİ BURADAYDI
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol