SURİYE TÜRKLERİ

SURİYE TÜRKLERİ
SURİYE'NİN DEMOGRAFİK YAPISI




Yüzölçümü......... 180.170(KM2)
Nüfus..................14,2 Milyon
GSMH..................14.576(Milyon $)
Enflasyon.............(%)19
İhracat..................3.924(Milyon $)

SURİYE'NİNDEMOGRAFİK YAPISI

Suriye'de her 10 yılda birnüfus sayımı yapılmaktadır. Bu yüzden de değişik kaynaklarda birbirini tutmayanrakamlar verilmektedir. 1981 yılında yapılan sayımda 9.934.00 olan Suriye'nin nüfusu,son sayımda 14.887.000'e yükselmiştir. Bu nüfusun %74'ü Sünni, % 16'sı Şii Müslüman,% 10'u ise Hristiyandır. Son 10 yıllık nüfus artış hızı % 33.6'dır. Bu durumda yıllıknüfus artış hızı % 3.3 olmaktadır. Son sayıma göre nüfusun % 47.9'u şehirlerde,geri kalan % 52.1'i kırsal kesimlerde yaşamaktadır. Toplam Suriye nüfusunun % 67'si Şam,Halep, Hama, Humus,Lazkiye ve çevresinde yaşamaktadır.

Çalışacak yaştaki nüfusunancak 1/3'ü iş bulabilmektedir. 1 milyonda fazla Suriye vatandaşı ülke dışında çalışmaktadır.Çalışan nüfusunu % 47'si tarım, % 20'si sanayi ve % 33'ü de hizmet sektöründe çalışmaktadır.Kilometrekareye 42-45 kişi isabet etmektedir. Okuma yazma bilenlerin toplam nüfusa oranı% 58, ortalama ömür 54 yıldır. Yıllık ithalatı 2.7 milyar dolar, ihracatı ise 3.6milyar dolardır. İthalatın % 42'si Amerika Birleşik Devletleri'yle gerçekleşmektedir.Yıllık milli gelir 30 milyar dolar, kişi başına düşen ulusal milli geliri 2300dolardır. Suriye'nin resmi dili Arapça'dır.

Savunma bütçesi 2.2 milyardolar, Aktif silahlı kuvvetler sayısı 420.000'dir. 1000 milis kuvvetine ilaveten,seferberlik halinde askere alabileceği personel sayısı 2.602.000'dir. Şam, ekonomikyardım ve danışmanlık bakımından Doğu Avrupa ile Bağımsız Milletler Topluluğu'na,askeri teçhizat bakımından da Varşova Paktı ülkeleri ve Çin'e güvenmeye devametmektedir. Suriye nüfusunun % 90'ını Arapça konuşan Araplar meydana getirmektedir. Nüfusungeri kalan kısmının % 4'ünü Kürtler, %2'sini Ermeniler, % 1'ini de Türkler teşkiletmektedir. Ayrıca Çerkezler, Asuri ve Yahudiler de önemli azınlık gruplarıdır. KırmanciKürtleri, etnik dili konuşan azınlıkların en önemlisidir. Arap olmayan diğer iki SünniMüslüman etnik Grup ise Çerkez ve Türkmenlerdir.

EKONOMİ VE TİCARET



Suriye'nin 1990'lı yılların başından itibaren dışaaçılma gayretlerine paralel olarak, dış ticaretinde de önemli gelişmeler gözlenmektedir.Uzun yıllardan beri devlet ağırlıklı bir yapı sergileyen ekonomide özel sektörünağırlığı henüz istenen düzeylere ulaşmış değildir.
Suriye dış ticaretinin 2/3'ü (2-2,5 milyar $) halen devlet tarafından gerçekleştirilmektedir.Suriye'nin dış ticaret politikaları ithal ikamesine yönelik olup, ülkede üretilenmamullerin ve tüketim mallarının ithali genelde yasaktır. İthal edilen mamulmaddelerin gümrük oranları ise yüksektir. Dış ticaret ve kambiyo işlemleri uzun vekarmaşık uygulamaları içermektedir. İthalat ve ihracat lisansa bağlıdır. Özelsektör kendi kıt imkanları çerçevesinde, dış ticaret politikalarının elverdiğiölçüde ve küçük boyutlarda, dış ticaretle iştigal etmektedir. Özellikle içpazara yönelik gıda, tekstil, kimya gibi sektörlerde, genellikle ham madde veya yarımamul maddeler ithal etmektedir.

Halkın satın alma gücü zayıftır. Özel sektör,ithalatını (bu sektöre tanınan imkanlar çerçevesinde) genellikle ihracattan kazandıklarıdövizlerle veya diğer firmaların ihracattan kazandıkları ve kullanmadıkları dövizlerisatın alarak karşılamaktadırlar. Devlet kendi döviz kaynaklarından ithalatçıya döviztahsis etmemektedir.Bankacılık hizmetleri gelişmemiştir. Döviz transferleri devletinkontrolünde yürütülmektedir. Yabancı bankaların şube açma imkanları yoktur.Akreditifler 3. Ülkelerden açılmaktadır. Bütün bu olumsuz şartlara rağmenSuriye'de özel sektör aktif bir faaliyet göstermektedir. Bölge ülkeleriyle yakın vesıkı işbirliği içindedirler. Suriye Arap ülkeleri ile yakın işbirliği içindedir.Arap Ortak pazarı kurulumasında öncülük etmektedir. Bu çerçevede, 1999 yılındanitibaren Lübnan ile gümrük indirimine gitmiştir. Her yıl % 25 oranında karşılıklıolarak indirilecek olan gümrük vergileri 2002 yılıda sıfırlanacaktır.

Ortadoğu Barış Sürecininsonuçlanmasından sonra, başta AB ülkeleri olmak üzere gelişmiş ülkeler bölgedeortak yatırımlara ağırlık vereceklerdir.Bu çerçevede, gelişmiş batılı ülkelerdenSuriye'ye gelen ticari heyetlerin ziyaretleri hızlanmış bulunmaktadır. Yatırm Teşvikkonunu ile ülkede yabancı yatırımlar özendirilmektedir. Yabancı sermaye yatrırımlarıözellikle AB ülkelerine aittir. Suriye ihracatının yarıdan fazlasını petrol vepetrol ürünleri oluşturmaktadır.. Son yıllardaki dünya petrol fiyatlarındaki düşüşeparalel olarak, Suriye'nin ihracat gelirleri azalmış, sanayileşme ve yatırımpolitikaları doğrultusunda, ithalatı artmış ve dış ticareti açık vermeye başlamıştır.1997 yılı başlarından itibaren ekonomide görülen durgunluğa paralel olarak ithalatazalmıştır. Ekonomik durgunluk Rusya ve krizinden de olumsuz etkilenmiş olup, ithalatve ihracatta azalışlar devam etmektedir.

İhracat gelirlerininyarıdan fazlasını ham petrol ve petrol ürünleri'nden elde ettiği gelirlerden oluşmaktadır.Diğer önemli ihrac kalemleri fosfat, pamuk buğday ve diğer tarımsal ürünlerden oluşmaktadır.Son yıllarda işlenmiş tarım ürünleri ihracatında da önemli gelişmeler gözlenmektedir.İhraç edilen ham petrolün yarıdan fazlası Avrupa Birliği'ne yöneliktir. Suriye`ninülkeler bazında en son yayınlanmış verilerine göre; 1997 yılı ihracatında ilk beşsırayı; İtalya, Fransa, İspanya, Türkiye Lübnan almaktadır. Bu 5 ülkeye yapılanihracat toplam ihracatın % 72`sini oluşturmaktadır.

Suriye`nin uygulananekonomik politikalar doğrultusunda, en büyük ithal kalemleri, makina-ekipmanlar baştaolmak üzere, otomobiller ve diğer taşıt araçları ile kimyasal mamüllerdir. Önemarzeden diğer ithal kalemleri ise, ara malı niteliğini taşıyan, demir-çelikmamulleri, sentetik ve suni iplikler ile bitkisel yağlar gibi ülkedeki üretimin ihtiyacıkarşılayamadığı maddelerden oluşmaktadır. Makina - techizat gibi yatırım malları;Almanya başta olmak üzere, İtalya, Japonya ve ABD`den gelirken, ara mallar`ın büyükbir kısmı Türkiye, İspanya ve İtalya`dan ithal edilmektedir. Suriye, ithalatınınyarısından fazlasını AB 'den gerçekleştirmektedir. Suriye`nin 1997 yılındakiithalatında ilk beş sırayı; Almanya, İtalya, ABD, Fransa ve Türkiye almıştır. Bu5 ülkeden yapılan ithalatın toplam içindeki payı % 35`e ulaşmaktadır.

TÜRKİYE İLE EKONOMİK İLİŞKİLER


İstatistiklere yansımayan fakat önemlilik arzeden sınırve bavul ticareti de dikkate alındığında, ülkemiz açısından Suriye`nin dışticaretinde ilk sıralardaki konumumuz önem arzetmektedir. İhracatımızın tamamınayakın kısmı özel sektöre yapılmaktadır. Başka bir deyişle, Suriye ithalatının %40'ı devlet tarafından yapılmakta olup, bu sektöre ihracatımız yok denecek kadar azdır.Bu nedenle, Suriye'ye yönelik ihracatımız, özel sektörün yaptığı ithalat içindedeğerlendirildiğinde, ülkemizin payı daha da yüksek olmaktadır. Nitekim, Suriyelifirmalar ülkemizin sanayileşme düzeyini bilmekte, mallarımızın kalitesini,standartlarını beğenmekte ve fiyatlarımızı cazip bulmaktadırlar. Suriye pazarındaülkemiz menşeli mallara olan talep her zaman canlılığını muhafaza etmektedir.Suriye, ülkemizden bitkisel yağ, sentetik iplikler, demir-çelik mamulleri, çimento, baştaolmak üzere, genellikle ara malı niteliğindeki malları almaktadır. Son yıllardakimyasal mamuller ve makina ekipman ihracatımızda da önemli artışlar gözlenmektedir.

Suriyeli özel sektöryatırımcılarının sermayeleri yetersizdir. Bu nedenle küçük ölçekli yatırımlarayönelmişlerdir. Bu durum, kompüterize olmuş, büyük ölçekli gelişmiş ülkelerinyatırım mallarına göre, ülkemiz menşeli makina ekipman elekrikli-cihazlar vb. yatırımmallarını avantajlı konuma getirmektedir. Coğrafi yakınlığı iyi bir şekilde değerlendirmekisteyen Suriyeli firmalar, makina-techizat ve ara malların alımında ülkemiz mallarınıtercih etmektedirler. Suriye`nin sanayileşme stratejisi içerisinde ve ithal ikamesine yönelikyatırım politikaları doğrultusunda, firmalarımızın Suriye pazarına yönlendirilmesive teşvik edilmesi halinde, bu ülkeye olan ihracatımızda, başta makina-ekipman olmaküzere, önemli artışların olacağına inanılmaktadır. Firmalarımızın, Suriye`degirişecekleri, öncelikle gıda sanayii sektöründe ortak yatırımlarla, Ortadoğupazarında geniş kapsamlı ve kalıcı bir şekilde yer edinebilmeleri ve bu sektöreteknoloji transferini gerçekleştirebilmeleri mümkün görülmektedir. Halen, firmalarımızın-azsayıda da olsa- Halep`te ve Şam`da, Suriye`li firmalarla ortak yatırım girişimleribulunmaktadır. Suriye'den başta ham petrol olmak üzere, ham pamuk, buğday ve hamderiler ithal edilmektedir. Son yıllarda bu ülkeden yapılan ithalatımızda görülenartış, ham petrol ithalinden kaynaklanmaktadır. Genellikle tarımsal hammaddelerkonusunda firmalarımız Suriye mallarına ilgi duymaktadırlar. Özellikle, buğday vepamuk firmalarımız tarafından tercih edilmektedir.

İki ülke ticaretinin geliştirilmesiniteminen, kamu ihalelerine etkin katılım sağlanmalıdır Suriye ithalatının yaklaşık% 35 - 40`ı kamu tarafından ihale yoluyla gerçekleştirilmekte olup, ihaleler önemlilikarz etmektedir. Firmalarımız teminat mektupları ile banka muamelelerine ilişkinmasrafların yüksek olması nedeniyle, ihalelere katılmada çoğu kez isteksizdavranmaktadır. Gerek kamu ihaleleri için gerekse Türk firmalarına Suriye`deyapacakları -Joint Venture- yatırımlarında kullanılmak üzere uzun dönemli ucuzkredi imkanları araştırılmalıdır. İki ülke arasında ulaştırma sahasındakiimkanlar geliştirilmelidir. İki ülke arasında akt edilmiş bir ulaştırma anlaşmasıbulunmakla birlikte geniş kapsamlı değildir. Suriye`den transit geçiş ücretleripahalıdır, (yaklaşık 1.500 $/Tır). Suriye`ye mal getiren Türk Tırları ise yaklaşık250-270 $ ayak bastı parası ödemektedirler. Bu da, mamullerimize ton başına 10-12 $ yükgetirmektedir. Fiyatlarımız rakiplerimizin fiyatlarına göre ucuz olduğu halde,mamullerini genellikle deniz yoluyla getirdiklerinden, pazarda rekabet şansımız etme şansımızazalmaktadır. Irak üzerinden Körfez Ülkelerine geçiş yolunun kapalı olduğu dikkatealındığında, Suriye ile taşımacılık konusunda yapılacak geniş kapsamlı bir anlaşmanın,Ortadoğu'ya yönelik ihracatımızın yanında bu ülkeye yük taşımacılığını daolumlu etkileyecektir. Bu konuda, 1999 Yılının Mayıs ayında Şam'da Karma UlaştımaToplantısı gerçekleştirilmiş olup, iki ülke arasındaki kara, hava, deniz vedemiryolu taşımacılığında mutabakat zaptı imzalanmıştır.

Teknik seviyede ilgilikuruluşlar görüşmelerini sürdürmektedir. Suriye 11.7.1999 tarihinde TIR anlaşmasınıimzalamış olmakla birlikte henüz uygulamaya geçmemiştir. Suriye`de bankacılıkdevletin elinde olup hiç bir ülkeyle bankacılık anlaşması bulunmamaktadır.Transferler genellikle 3.ülkeler üzerinden yapılmakta bu da zaman almaktadır. Bunedenle, bankacılık anlaşması yapılmalıdır. Suriye dış ticaretinde ülkemiz ilkbeş ülke arasında yer almaktadır. Ülkemiz dış ticaretinde ise Suriye 30-40. sıralardadır.Başka bir deyişle ülkemiz Suriye açısından önemli bir konumdadır. Coğrafi yakınlıkve iki toplum arasındaki derin tarihi bağlar ticaretimizin gelişmesinde önemli roloynamaktadır. Bu çerçevede; Suriye ile olan ticaretimize "özel önem"verilmelidir. Suriye, ülkemiz açısından, Ortadoğu ülkeleri arasında, teknolojitransfer edilebilecek tek ülke konumundadır. Suriye, Ortadoğu ülkelerinde de kalıcıve genişleyici bir pazar oluşturulmasında, ülkemiz açısından önemli bir konumdabulunmaktadır.

KISA TARİHÇE






1946 yılında bağımsızlığını kazanan Suriye,yeni bir ülke olmasına rağmen, üzerinde kurulduğu topraklarda tarih yatmaktadır. Birçok medeniyetin beşiği sayılan bu topraklar, bir bakıma doğu ile batımedeniyetlerinin temas noktalarıdır. Anadolu'nun tabiî uzantısı durumundaki Suriyetoprakları, Sümer, Asur gibi doğu, Makedon, Roma gibi batı medeniyetlerine ilaveolarak, Türk ve İslam Medeniyetlerini de birlikte yaşamıştır.
Suriye, önce Perslerin daha sonra İskender'in istilası ile Makedonlara geçmiştir. M.Ö.60 yıllarında Romalıların bölgeye hakimiyeti ile Suriye Prensliği kurulmuştur.

İslamiyet'in doğuşundan hemen sonra, ilkHalife Hz. Ebubekir (ra) zamanında Halid bin Velid komutasındaki İslam ordusu 635'teSuriye topraklarına girmiş ve 636da Şam'ı fethetmiştir. Daha sonra Halif Hz. Ömer(ra) Kudüs'e kadar gelerek, Suriye'nin teşkilatlanmasını bizzat yönetmiş ve böylecebölge tamamen Müslümanların kontrolü altına girmiştir. Emeviler devrinde Suriye çokgelişmiş, gerek kıyı ve gerekse iç bölgelerdeki şehirler hareketli birer ticaretmerkezi haline gelmiştir. Emevi ve Abbasilerin zayıflaması ile bütünlüğü bozulansuriye'yi X. Yüzyılın sonunda Şii Fadimiler işgal etmiş ise de, bu topraklardabirlik ve düzenlik, 1071 Malazgirt Zaferi'nden sonra Türkler tarafından sağlanmıştır.XI'inci asırda başlayan Orta Asya göçleriyle birlikte, Türkmen boyları Suriye'ninkuzeyinde yerleşmişlerdir.

Selçukluların 1040Dandanakan Zaferi'nden sonra Önasya'ya intikal eden Oğuz boylarından birçok Türkmenboy ve oymakları, 1063'ten itibaren Suriye'ye girerek, kendi hayat şartlarına uygunbulunan bölgeleri vatan edinmişlerdir. Suriye'deki ilk Türkmen yerleşme bölgelerininHalep ve Lazkiye şehirleri ile bu şehirlerin kuzeyinde kalan bölgeler olduğu anlaşılmaktadır.Daha sonra Türkmen iskânı Akdeniz sahili tarafında, Lazkiye'den güneyde Trablusşam'adoğru ve iç kısımlarda Âsi Irmağı vadisi boyunca Hama Humus ve Şam istikametindegelişmiştir. Anadolu Selçuklu Sultanı Kutalmış oğlu Süleyman (1077-1086), Çukurova,K.Maraş, Gaziantep, Antakya bölgeleri ile birlikte Halep-Lazkiye hattının kuzeyindekalan bölgeleri Ermeni ve Bizanslılardan fethederken, Suriye, Selçuklu Sultanı Tutuş(1078-1095), Sina Yarımadası'na kadar uzanan Suriye, Lübnan, Ürdün ve Filistin'iFatimilerden almıştır. 1096 yılında başlayan Haçlı Seferleri sırasında;Selahaddin Eyyubi komutasındaki İslan orduları Suriye'ye gelmiş ve Türklerle ittifakederek, Suriye'yi savunmuşlardır.

Bu gelişmelerdensonra, Atabey Devleti'ne Selahaddin Eyyubi'nin kurduğu Eyyubiler devleti (1183-1250), onada Türk Memluk sultanlığı ( 1250-1517) halef olmuştur.
1516 tarihinde Yavuz Sultan Selim (1512-1250)'nin Mercidabık'ta Memlukları yenmesi ileSuriye Toprakları Osmanlı Devleti'ne bağlanmıştır. Birinci Dünya Savaşı sonunakadar Osmanlı hakimiyetinde Şam, Trablus ve Halep eyaletleri şeklinde yönetilenSuriye; sosyal, kütltürel ve ekonomik yönlerden kalkınarak en huzurlu ve en müreffehdevrini yaşamıştır. Savaş sonrasında, İngilizler ve müttefikleri, 2 Ekim 1918tarihinde Şam'a 27 Ekim 1918'de de Halep'e girdiler. Suriye'yi Osmanlılardan koparan İngilizlerolduğu halde, Ortaçağ'da Suriye ve Lübnan sahillerinde bir Haçlı devleti kurmuşolan Fransa'ya devredilmiştir.
Fransa'nın Suriye hakimiyeti İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar sürmüştür. Savaşsonrası 1944'te Amerika ve Rusya Suriye'yi bağımsız bir ülke kabul ettiği halde;Fransa Manda döneminin bağımlılık ilişkilerini mümkün olduğu kadar devamettirecek ekonomik, kültürel ve stratejik bir takım imtiyazları garanti altına alacak"özel anlaşmayı" resmen kabul ettirinceye kadar Suriye'den çekilmimiştir.

Bağımsızlık Suriyeiçin, kendi iç ve dış meseleleri üzerinde söz sahibi olmasını sağlamaktan ziyade,bir başka sömürgeciliğin başlangıcı olmuştur. Fransızların 5 Nisan 1946'daresmen gekilmesinden sonra, Suriye üzerindeki egemenlik için, Amerika ve İngiltere arasındarekabet başlamış, daha sonra bu rekabete Rusya da katılmıştır.
1947 serbest seçimlerinden sonra 30 Mart 1949'da ilk askeri darbeyi, CIA'nın desteğiile General Hüsnü Zaim yapmıştır. Zaim'in 1949 darbesinden Esad'ın 1970'tekidarbesine kadar Suriye'de 10 tane başarılı, bir okadar da başarısız askeri darbeizlemiştir. Suriye tarihinde, bundan sonrası Esad dönemi olarak adlandırılmaktadır
.

 

TÜRKLERİN SURİYE'YE YERLEŞMESİ


Önasya'ya Türk göçlerinin başlangıç tarihi çokkesin olarak bilinmemektedir. Aslnda, Anadolu ve Suriye'ye Türk boylarının göçleri, Türklerintarih sahnesine çıktıkları dönemlere kadar uzanır. Sakalar, Hazarlar, Hunlar hatta Sümerlerbunlardan bazılarıdır. Muhtemelen İslâm ordularının Ortaasya'ya ulaştığıtarihten itibaren Oğuz boylarının akıncıları, Irak ve Suriye'de görülmeye başladılar.Hilafet merkezinin Bağdat'da taşındığı M.750 yılından itibaren Abbasi Halifesisaraylarında Türk komutan ve askerlerinin sayıları ve etkileri hızla artmaya başladı.

Selçuklu Türkleri Gazneliler ile 1040 yılındayaptıkları Dandanakan Savaşı'nı kazandıktan sonra, Rey, İsfahan, Azerbaycan,Erivan, Anadolu ve Irak üzerine doğru ilerlemişlerdir. Hanoğlu Hasan isimli Türkmenboylarının kumandanı, 1063 yılında Diyarbakır'a yerleşerek, Suriye ve Bizanstopraklarına akınlar düzenlemiştir. Hanoğlu Hasan'ın, Halep'te bulunan Mirsadoğulları'nınyardım teklifini kabul etmesiyle, Türklerin Suriye'ye girişleri başlamıştır. Türkboyları Afşin ve Sanduk Beyler komutasında Halep'e akınlarda bulunmuşlardı.1069-1070 yıllarında Kurlu ve Atsız beyler, Remle şehrine yerleşip, Güney Suriye'yitamamen ellerine geçirmişledir.

Moğollar ve Haçlı ordularınınbaskısına maruz kalan Türkmen oymakları bazan Anadolu'dan Suriye'ye, bazan daSuriye'den Anadolu'ya göç etmişlerdir. Anadolu Selçuklu Ordusu'nun Moğollar karşısında1243 Kösedağ Muharebesinde yenilmesi üzerine, Tükmen boyları, Sultan Baybars(1260-1277) zamanında 40.000 çadırlık bir topluluk halinde Halep bölgesine gelerekyerleşmişlerdir. Böylece XIII. Yüzyılın ikinci yarısında, Suriye'nin kuzeyi de tammanasıyla Türkmen yurdu haline gelmiştir. Bugün de verdiğimiz bu tarihi bilgilereuygun olark, Suriye'de yaşayan soydaşlarımız yoğun olarak Lazkiye ve Halep çevresindeyaşamaktadırlar. Ayrıca, Şam dahil olmak üzere diğer bölgelerde de, azınlıkhalinde Türkler bulunmaktadır.

 

LAZKİYE BÖLGESİ



Suriye'nin en büyük liman kenti olan Lazkiye,1950'den sınra büyük gelişme, göstermiştir. Bunun üzerine kent merkezindeki Türk nüfusunailaveten çevrede bulunan Türkmen köylerinden çok sayıda insan şehir merkezine göçetmiştir. Köylerden göç eden Türkmenler, Lazkiye'nin giriş kapıları ve kuzey yönüağırlıklı olmak üzere, şehrin muhtelif vaoşlarında Türkmen Harası ve TürkmenMahallesi adlarıyla semtler oluşturmuşlardır.
Lazkiye vilayet merkezi ve Kesep Nahiyesi'ne bağlı 6; Bucak bölgesinde sahil boyunca84, Behlüliye Nahiyesi'ne bağlı 2; Bayır Nahiyesi merkezine tabi Kebele'nin kuzeyinde27, doğrusunda 8, güneyinde 11; İncesu'nun batısında, güneye doğru 28, doğusunda29; Çercüm deresinin Türk hududuna doğru olan bölümünde 20, doğusunda 17; CebeliSeman'ın doğusunda, nahiye merkezi ile birlikte 16; Kilis'in güneyinde Azer Kasabaı'nabağlı (Azer ile Afşin suyu arasında) 17, güneyinde 3 olmak üzere bu bölgete toplam265 Türk köyü bulunmaktadır.

Osmanlı Devleti parçalanmadan önce Gaziantep, Şanlıurfave Hatay gibi bulunduğu yörenin Türk nüfusu idari merkezi Halep'ti. Bugün de Halep, Türkmenlerinçoğunlukta olduğu Kurtdağ, Azar, Bab, Münbiç ve Carablus gibi bölgelerin idaremerkezidir. Halep halen, birçok Türk mimari ve sanat eserinin bulunduğu ve sokaklarındaTürkçe'nin konuşullduğu bir şehirdir. 1906 yılında yayımlanmış olan HalepVilayeti Salnamesi'nde yer alan Türkçe mahalle isimleri şunlardır: Hamidiye, Aziziye,Selimiye, Akyol, Altunboğaz, Oğulbey, Badıncık, Balıbulgur, Tatarlar, Karaman, Çukurcuk,Çukurkestal, Hamzabey, Hensebil, Haraphan, Şakirağa, Şahinbey, Saçlıhan, Farfara,Kazasker, Kilise, Küçükkilise, Mahmutbey, Müstadembey, Harundere.

Şehir içerisindebulunan bu mahallelere ilaveten, Kurdağı Kazası'nda 105; Azer Kazası'nda 46; Bab Kazası'nda51; Münbiç Kazası'nda 53; Carablus Kzası'nda 95, olmak üzere Halep Bölgesinde detoplam 350 Türk köyü mevcuttur. Suriye'de bu iki bölgenin dışında da Türklerin yaşadığıyörelerin bulunduğunu söylemiştik. O yöreler şunlardır:
TELKELE YÖRESİ
Bu yöre, Suriye'nin Hama-Humus şehirleri ve Lübnan sınırı arasında kalan kısımdır.Türkmenler genellikle Humus şehrinde bulunurlar, fakat Hama şehrinde de önemli bir Türkmentopluluğu yaşamaktadır.
KUNAYTARA YÖRESİ
Bu yöre Suriye'nin İsrail sınırında bulunmaktadır. 93 Harbi (1877-1878) esnasındaKafkasya'nın Dağıstan ve Karaçay bölgelerinden getirtilen Türkler, bu yörelere iskânedilmişlerdir. Fakat Arap-İsrail Savaşı'ndan sonra bir kısmı yurtlarını terkederekHalep ve Şam'a göç etmişlerdir.

 

ŞAM ŞEHRİ


Şehir merkezinde Türkmenlerin oturduğu bir mahallebulunmaktadır. Ayrıca Şam'a bağlı havran Ovası'nda da Türkmenler mecçuttur. BunlarHavran Türkmenleri olarak tanınmaktadırlar. Suriye Hükümeti, Arap milliyetçiliğianlayışıyla nüfus sayımları sırasında, Suriye'de yaşayan Türkleri de müslümanadı altında kaydettirdiği için; bu kadar geniş bir sahaya yayılmış bulunan Türklerinkesin sayısı bilinmemektedir.

Halep bölgesinde 200.000, Lazkiye bölgesinde 150.000,Telkele Yöresinde 50.000, Kunaytara Yöresinde 100.000, muhtelif bölgelerde de 300.000olmak üzere, Suriye topraklarında yaşayan Türk nüfusunu, 1 milyon olarak tahminetmektedir. Bugün Suriye'de kendilerini Kürt sayan kardeşlerimizi de sayarsak 3 milyonTürk yaşamaktadır. Bu rakam Suriye nüfusunun % 20'sidir. Bugün ülkeyi yönetenNusayri (Alevi-Dürzi) nüfusun iki katında daha fazladır.

 

SURİYE TÜRKLERİNİN KISA TARİHÇESİ



Suriye, Asya'da Müslüman bir Arap ülkesi olarak tanımlanıyor.Bu ülkede Müslümanların ve hatta insanların - yaşama hakkına ne kadar sahipolduğunu tartışmak yalnış olmaz. Ortadoğu'da bulunan Suriye bu coğrafyada yer alanpek çok ülke gibi çok dinin (mezhebin), ırkın, dilin bulunduğu demografik bir yapıyasahiptir. Bugünkü Türkiye -Suriye ilişkilerini ve Suriye'de yaşayan Türklerindurumuna geçmeden önce Suriye'deki tarihi seyri ve bu seyre bağlı olarak Türklerinburaya gelişlerini gözden geçirelim.

Suriye, bulunduğu coğrafi konum itibariyle; doğu ve batıyıbirleştirdiğinden Anadolu'nun tabii bir uzantısı olmasından ötürü hem doğu ve hemde batıdaki devletlerin ilgi odağı olmuştur. Sümerler, Asurlular, Makedonyalılar veRomalılar Suriye'de hakimiyet kurmuşlardır
İslamiyet'in doğuşundan sonra bölgede, Hz. Ömer'le başlayan bir İslami hareket görüyoruz.Bu durum, Emevi ve Abbasi hanedanlıkları zamanında da devam etmiştir. Türklerin bugünküSuriye'ye gelişleri ise, 11. yy'dan başlayarak 19. yy sonlarına dek sürmüştür. Türklerinburaya gelen kolu, Oğuzlar'ın Türkmen olarak anılan kısmıdır. Türklerin bölgeyegelip yerleşmeleri, Büyük Selçuklu Devleti'nin Gazneliler'le yaptığı DandanakanSavaşı sonrası olmuştur. Büyük Selçuklu Devleti, bu savaştan sonra özellikle 1063yılından itibaren kendi hayat tarzlarına uygun buldukları bu bölgeye yerleşmeye başladılar.Özellikle Halep, Lazkiye, Trablusşam ve Asi Irmağı vadisi boyunca Hama, Humus ve Şambölgesinde bu yerleşme yoğunluk kazanmıştır. Türklerin buraya yönelik akınlarıAfşin ve Sandık Beyler komutasında Halep'e kadar devam etmiştir. 1069-1070 yıllarındaise Kurlu ve Atsız Beyler, Güney Suriye'yi tamamen ele geçirmişlerdir. Nihayet SultanMelikşah, 1078 yılında Tutuş'a Suriye Selçuklu Devleti'ni kurma emrini vermiştir. OğuzlarınYıva Boyu ile Bayat, Avşar, Begdilli, Döğer ve Üçoklar oymakları Şam ve Halep'eyerleşmişlerdir. Buradaki Türk boyları, 1096 yılında Haçlı seferleri başladığındaSelahattin Eyyubi komutasındaki Müslümanlarla birleşerek Haçlılara karşı bölgeyisavunmuşlardır.

Selahattin Eyyubi'nin ölümündensonra bölgeye bir başka Türk devleti olan Memluklular hakim olmuştur. Anadolu'ya hakimolan Türkiye Selçuklu Devleti ise, 1243 yılında Moğollarla yaptığı Kösedağ Savaş'ınıkaybetmesi sonrası ağır Moğol baskısı altında kalmıştı. Bu baskı sonucu özellikleKayseri ve Sivas'ta yaşayan Türkmenler, Memluk Sultanı Baybars zamanında Suriye bölgesineyerleşmişlerdir. Bu dönemde Suriye'ye gelip Şam'a yerleşen Türkmenler, İlhanlı hükümdarıEbu Said Bahadır Han'ın ölümünden sonra çıkan siyasi karışıklıktan faydalanarak1337'de Elbistan civarında Dulkadiroğulları beyliğini kurmuşlardır. Yavuz SultanSelim, 1516 yılında Mercidabık'ta Memlukluları yenerek bu günkü Suriye topraklarınıOsmanlılara bağlamıştır.

1918 sonuna kadar da bu bölgedekiTürk hakimiyeti, kesintisiz olarak 402 yıl sürmüştür. Bu sürede bölge sakinleri,derin Türk kültürü etkisi altında kalmıştır. Bu etki kendisini en çok dilkonusunda göstermiş; Suriye lehçesi en fazla Türkçe kelime içeren Arab lehçesi olmuştur.I. Dünya Savaşı sonuna kadar Osmanlı hakimiyetinde kalan Şam, Trablus ve Halepeyaletleri şeklinde yönetilen Suriye, Türk yönetimi altında kültürel, sosyal veekonomik açılardan kalkınmış ve en huzurlu dönemini geçirmiştir.

 

OSMANLI DÖNEMİ SURİYE VİLAYET TEŞKİLATI




Vali ve Hamidiye Hicaz Demiryolu Vilayet Komisyonu Reisi
Hamidiye Hicaz Demiryolu İnşaat ve Muamelat Nazırı (Yaveran-ı Hazret-i Şehriyarîden)
Arazi-i Seniyye Komisyonu Reisi (Beşinci Ordu-yı Hümayun Müşiri)
Naib ve İstinaf Mahkemesi Hukuk Reisi
Defterdar
Mektupcu
Müftü
Nakîbü'l-Eşraf Kaymakamı
Telgraf ve Posta Başmüdürü
Muhasebe-i Vilayet Mümeyyizi ve Hamidiye Hicaz Demiryolu Muhasebecisi
Mevkib-i Hacc-ı Şerif Muhafızı
Hamidiye Hicaz Demiryolu İdare Müdürü
Jandarma Kumandanı
Mahkeme-i İstinaf Ceza Reisi
Mahkeme-i İstinaf Müddeî-i Umûmîsi
Mahkeme-i Bidâyet Hukuk Reisi
Mahkeme-i Ticaret Reisi
Mahkeme-i Bidâyet Müddeî-i Umûmî Muavini
Evkaf Muhasebecisi
Maa-Tahrir Vergi Müdürü
Defter-i Hakanî Müdürü
Sıhhiye Müfettişi
Maarif Müdürü
Şam ve Hama Osmanlı Demiryolu Komiseri
Meclis-i İdare-i Vilayet Başkâtibi
Mektûbî Kalemi Mümeyyizi
Mektubî Kalemi Mümeyyiz-i Sânîsi
Meclis-i İdare-i Vilâyet Müddeî-i Umumîsi
Mekteb-i Tıbbî-i Mülkî Müdürü
Matbaa Müdürü
Evrak Müdürü
Nüfus Nazırı
Arazi-i Seniyye Muhasebe Başkâtibi
Arazi-i Seniyye Komisyonu Tahrîrât Başkâtibi
Reji Müdürü
Telgraf Müfettişi Muavini
Orman Müfettişi
Telgraf Merkez Müdürü
Posta Müdürü
Kütüphaneler Müfettişi
Maarif Muhasebe Memuru
Mahkeme-i Bidayet Sermüstantıkı
Meclis-i İdare-i Vilayet Müstantıkı
Düyûn-ı Umumiye Müdürü
Nafia Sermühendisi
Baytar Müfettişi
Ziraat Bank Şubesi Müdürü
Ziraat Memuru
Vilayet Maiyyetine Memur (6 adet)
Aşiret Mektebi ve Mekteb-i Mülkiye-i Şâhâne Mezunlarından Vilayet Maiyyetine Memur(6 adet)
Baalbek Kazası
Kaymakam
Naib
Bukaü'l-Aziz Kazası
Kaymakam
Naib
Vadi'l-Acem Kazası
Kaymakam
Naib
Duma Kazası
Kaymakam
Naib
Nübük Kazası
Kaymakam
Naib
Hasbaya Kazası
Kaymakam
Naib
Raşya Kazası
Kaymakam
Naib
Zübdânî Kazası
Kaymakam
Naib
Hama Sancağı
Mutasarrıf
Naib ve Mahkeme-i Bidâyet Hukuk Reisi
Müftü
Muhasebeci
Tahrîrât Müdürü
Mahkeme-i Bidayet Ceza Reisi
Müddeî-i Umumî Muavini
Defter-i Hakanî Memuru
Posta ve Telgraf Müdürü
Ziraat Bank Sandığı Muhasebe Kâtibi
Humus Kazası
Kaymakam
Naib
Selimiye Kazası
Kaymakam
Naib
Hamidiye Kazası
Kaymakam
Naib
Havran Sancağı
Mutasarrıf
Nâib ve Bidâyet Mahkemesi Hukuk Reisi
Müftü
Muhasebeci
Tahrirat Müdürü
Mahkeme-i Bidayet Ceza Reisi
Müddeî-i Umûmî Muavini
Defter-i Hakanî Memuru
Ziraat Bank Sandığı Muhasebe Kâtibi
Aclun Kazası
Kaymakam
Naib
Süveyde Kazası
Kaymakam
Naib
Kunaytara Kazası
Kaymakam
Naib
Basru'l-Harîr Kazası
Kaymakam
Naib
Der'a Kazası
Kaymakam
Naib
Salhad Kazası
Kaymakam
Naib
Ahira Kazası
Kaymakam
Naib
Kerek Sancağı
Mutasarrıf
Nâib
Muhasebeci
Tahrirat Müdürü
Müftü
Nakibü'l-Eşraf
Defter-i Hakanî Memuru
Salat Kazası
Kaymakam
Naib
Maan Kazası
Kaymakam
Naib
Tufeyle Kazası
Kaymakam
Naib

 

SURİYE'NİN TÜRKİYE'DEN AYRILMASI



Ortadoğu'daki Osmanlı toprakları, Sykes-Picot Andlaşmasıile paylaşılmıştır. İngilizler adına Mark Sykes ve Fransızlar adına Georges Picottarafından 1916 yılında imzalanan bu anlaşmaya göre Fransa; Suriye, Lübnan, Kilikyave Musul yörelerini, İngilizler ise; Ürdün, Irak ve Kuzey Filistin'i alacaktı. Gerikalan Filistin topraklarında ise, uluslararası bir rejim ve sınırları belli olmayanbir Arap devleti kurulması kararlaştırılmıştı. Batılı devletler, Ortadoğu üzerindekioyunlarını rahatça sahneye koyabilmek için sunni olarak ortaya attıkları "Arapmiliyetçiliği" ile Türk hakimiyetinde asırlarca huzur içinde yaşamış Türk veArap milletlerini birbirine düşürmeye çalışmışlardır.

"Büyük Arabistan", "BüyükSuriye" hayalleri peşinde koşan Arap milliyetçilerinin Sykes - Picot anlaşmasındanhaberleri dahi yoktu. Bu anlaşmadan başka Batılı güçlerin Araplara karşı ikincioyunu, Lord Balfour'un Filistin bölgesine Yahudilerin yerleşeceği kararını açıklamasıylaortaya çıkacaktır. Bu gelişmelerden habersiz olan Araplar, Mondros Ateşkes Andlaşması'nagöre bölgeyi paylaşan İngiliz ve Fransızlarla işbirliği ve pazarlık yapıyorlardı.Bölgede yaşayan Türkler ise, hemen Halep ve Lazkiye'de müdafa kuvvetleri kurup işgalcilerekarşı mücadele vermişlerdir. Araplar, ancak I. Dünya Savaşı sona erdiği zaman yapılanvaadlerin boş olduğunu anlayabilmişlerdir. İngiltere ve Fransa arasında 23 Aralık1920'de imzalanan San Remo Andlaşmasına ile Suriye ve Filistin, Fransız mandasına bırakılmıştır.Manda kararı, 29 Eylül 1923'de Milletler Cemiyeti tarafından kabul edilmiştir
Fransızların 1936 yılında Vionet Antlaşması ile Suriye'ye bağımsızlık vermesi üzerineTürkiye de 1920 Ankara İttilafnamesini uygulamaya koymuş; uzun ve çetin aşamalardansonra Hatay Türkiye'ye katılmıştır

HATAY'IN TÜRKİYE'YE KATILMASI



Hatay sorunu, Türk-Fransız ilişkilerinde olduğu kadarAtatürk dönemi Türk dış politikasında da önemli bir yer tutar. Sancak olarak anılanHatay nüfusunun çoğunluğunu Türkler teşkil ettiği için bu bölge, Misak-ı Milli sınırlarıiçine alınmıştı. Ancak ağır Milli Mücadele şartlarından dolayı Fransa ile ateşkessağlayan Ankara İtilafnamesi ile Suriye sınırları içinde kalan İskenderun sancağınaözel bir statü verildi. Ankara hükümeti, itilafnameye, Sancak'taki Türk unsurun çıkarlarınıkoruyacak ve bölgeye muhtariyet verilmesi için zemin hazırlayacak hükümler koydurmuştu.İtilafnamenin 7. maddesine göre; "İskenderun mıntıkası için özel bir idarirejim kurulacaktır. Bu bölgenin Türk ırkından olan sakinleri, kültürlerinin gelişmesiiçin her türlü kolaylıklardan yaralanacaklar ve Türkçe serbest olacaktı"

20 Ekim 1921 tarihli itilafname ile Sancak,Suriye'nin eğemenliğine verilmişti. Bu esnada Suriye'de Fransız mandası devamediyordu. Fransa'nın 1936 Eylül'ünde Suriye'ye bağımsızlık vermesine kadar Türk-Fransızilişkileri iyi devam etti. Fransızların Suriye'den çekilmesi sonrası Sancak statüsündeTürkler lehine değişiklik yapılması gerekmekle birlikte bu durum gerçekleşmedi.Fransa, Suriye'den çekilirken Sancak üzerindeki yetkilerini de Suriye'ye devretti.Beklemedik bu durumu, Ankara hükümetinin kabul etmesi mümkün değildi. Hemen hareketegeçerek 9 Ekim 1936'da Fransa'ya bir nota vererek Suriye ve Lübnan'da olduğu gibi İskenderunSancağı'na da bağımsızlık verilmesini istedi. Fransa ise 1921 İtilafnamesi'nde böylebir husus olmadığı ve ayrıca Suriye'nin toprak bütünlüğünü bozacağı gerekçesiyleTürkiye'nin isteğini geri çevirdi. Atatürk, bu konuya verdiği önemi 1 Kasım 1936'daTBMM'nin yeni çalışma döneminin açılışında; "Sancağın Türkler'in özyurdu olduğunu belirten konuşmasıyla" ifade etmiştir.

Siyasi faaliyetler devam ederken Türkiyediplomatik girişimlerde bulundu ve Antakya'da bir başkonsolosluk açtı. Diğer taraftanHatay sorunu, Fransa ve Türk hükümetlerinin isteği üzerine Milletler Cemiyeti'ne götürüldü.Türkiye, Milletler Cemiyeti'nden Sancak'ın kaderi konusunda Türk-Fransız ihtilafı veSancak Türklerinin güvenlik sorunlarını olağanüstü bir toplantı ile görüşmesiniistedi. Konu 14 Aralık 1936'da Milletler Cemiyeti'nde görüşülmeye başlandı ve İsveçtemsilcisi Sandler'in isteği ile konunun görüşülmesi 1937 yılına bırakıldı
1937 yılında tekrar başlayan görüşmeler sonucunda bir Sancak satüsü hazırlandı.Buna göre; Sancak içişlerinde bağımsız iken; dışişleri, maliye ve gümrükkonularında Suriye'ye bağlı olacaktı. Suriye ile Sancak arasında her hangi bir sınırbulunmayacak; Sancak'ın toprak bütünlüğü, Türkiye ve Fransa'nın garantörlüğüaltında olacaktı. Bu statü, seçimlerin yapılacağı ve halkın kendi parlomentosunuoluşturacağı güne kadar geçerli olacaktı. Böylece seçimlere kadar Sancak, biranayasaya sahip ve özel statülü bir bölge olarak tanınmış oluyordu.

Sancak'taki olaylar bu şekildegelişirken Avrupa'da yeni bir genel savaşın çok yaklaştığını gösteren olaylar yaşanıyordu.Yeni bir dünya savaşı tehlikesinin belirmesi, Fransa'yı, Türk isteklerine karşıdaha ılımlı davranmaya sevk etti ve iki devlet arasında bir anlaşma yapılarak Türkiyeve Fransa'nın Sancak'a 2.5000'er kişilik kuvvet göndermeleri kararlaştırıldı. Bunadayanarak 5 Temmuz 1938'de Türk kuvvetleri Sancak'a girdi. Sancak içişlerinde bağımsızolduğu için hemen seçimlere gitme kararı aldı. 13 Ağustos 1938'de seçimler yapıldı.Türkler 40 milletvekilliğinden 22'sini aldılar. Meclis, 2 Eylül 1938'de ilk toplantısınıyaptı ve "Hatay Cummhuriyeti'nin kurulduğunu" ilan etti. Meclis başkanlığınaTayfur Sökmen ve başbakanlığa da Abdurrahman Melek seçildi. 23 Haziran 1939'da Türkiyeile Fransa arasında yapılan bir anlaşma ile Hatay'ın Türkiye'ye katılması kesinleşti.Aynı gün toplanan Hatay Millet Meclisi de Türkiye'ye katılma kararı aldı. 24 Temmuz1939 tarihinde son Fransız askeri de çekildi. 1939 Temmuz'unda 3711 sayılı kanun ileHatay, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir ili olmuştur.

 

TÜRKLERİN YOĞUN YAŞADIĞI BÖLGELER


Hatay'ın anavatanla birleşmesi sonrası Suriye'de yaşayanTürklerle ilgili Türkiye ve Suriye arasında bir görüşme ve anlaşma yapılmamıştır.Böylece bu ülkede yaşayan soydaşlarımızın siyasi ve kültürel hakları hukuki birzemine oturtulamamıştır. Bu konudaki Türk hükümet ve dışişleri yetkililerinintavrı, Suriye ile ilişkilerin bozulabileceği veya Suriye Türklerinin daha fazla baskıyamaruz kalabileceği endişelerinden hangisine dayandığı pek net değildir. Ancak kesinolan bütün bunlara rağmen Türkiye - Suriye ilişkilerinin çok sağlıklı olmadığıdır.Suriye Türkleri, ferdi kaçışların dışında, 1945, 1951, 1953 ve 1967 yıllarında Türkiye'yetoplu olarak göçmüşlerdir. Sayıları kesin bilinmeyen bu göçmenler, Kırıkhan,iskenderun ve Adana'ya yerleştirilmişler ve 1977'de Kırıkhan ve 1994 ise, İskenderun'daBayır-Bucak Türkleri Yardımlaşma Derneğini kurmuşlardır.

Bugün Suriye'deki Türkler yoğun olarak Lazkiye veHalep civarında yaşamaktadır. Ayrıca başta Şam olmak üzere diğer bölgelerde de azınlıkhalinde Türkler bulunmaktadır. Lazkiye, Suriye'nin en büyük liman şehri olma özelliğinesahiptir. 1950 yılından sonra ise büyük bir gelişme göstermiştir. Bundan dolayı şehirdemevcut olan Türk nüfusuna ek olarak Türkmen köylerinden çok sayıda insan şehirmerkezine göç etmiştir. Lazkiye merkezi ve civarında toplam 265 Türk köyübulunmaktadır. Bölgede Osmanlı hakimiyeti sürerken Antep, Urfa, Hatay gibi Türk nüfusbölgelerinin idari olarak merkezi Halep şehriydi. Halep bugün hala Türk mimari vesanat eserleri ve sokaklarında Türkçenin konuşulduğu bir şehir görünümünesahiptir.

1906 yılında yayınlanmış olanHalep Vilayeti salnamesinde şehrin nüfusu 116.248 olduğu ve bunlardan 80.113'nün Müslümanolduğu görülmektedir. Bu Müslüman nüfusun en azından yarısını Türklerin oluşturduğunusöylemek mümkündür. Aynı salnamede Türkçe mahalle isimleri de sayılmaktadır.Halep şehrinde bulunan Türk mahalleleri dışında bu bölgede 350 Türk köyübulunmaktadır. Halep bölgesinde 200.000, Lazkiye bölgesinde 150.000, Telkele yöresinde50.000, Kunteyra yöresinde 100.000, muhtelif diğer bölgelerde de 300.000 olmak üzere,Suriye topraklarında yaşayan Türk nüfusu 1 milyon olarak tahmin edilmektedir. Suriye Hükümeti,Arap milliyetçiliği anlayışıyla nüfus sayımları sırasında Suriye'de yaşayan Türkleride Müslüman adı altında kayıt ettirdiği için, oldukça geniş bir alana yayılmışolan Türklerin kesin sayısı bilinmemektedir.

 

TÜRKLERE UYGULANAN ASİMİLASYON POLİTİKASI



Suriye'nin izlediği Araplaştırma politikası nedeniyleburada yaşayan Türkler hızla milli benliklerini kaybetmektedirler. Türklerin yoğunolarak yaşadığı bölgelerden birisi olan Halep, Milli Mücadele sürerken "Misak-ıMilli" sınırları içine alınmak istenmiş ve burada "Kuvay-ı Milliye"teşkil etmiş; ancak 20 Ekim 1920'de Ankara İtilafnamesi'nin imzalanmasıyla bu bölge,Fransız mandası olan Suriye'ye terk edilmiştir.

Suriye'de Fransız mandası sürerken Halep'te,1922'de, "Doğru Yol" adlı Türkçe bir gazete çıkarılmaya başlanmıştır.Bu gazetenin yayını 1926'a kadar devam edebilmiştir. Daha sonra yine Halep'te"Vahdet Gazetesi" ve haftalık "Yeni Mecmua" yayınlanmış ve budergi "Yeni Gün" adını alarak 1936'ya kadar yayın hayatına devam etmiştir.Ancak bu tarihten sonra Suriye'de her türlü Türkçe yayın yasaklanmıştır.
Büyük elçilik ve konsolosluklar dışında hatta vatandaşlartarafından dahi posta ile gönderilen kitap, mecmua gibi Türkçe yayınlar PTT idaresitarafından sahiplerine verilmemekte ve yok edilmektedir. Bugün Suriye'de 1 milyon civarındaTürk yaşamasına rağmen varlıkları hükümet tarafından tanınmayan, okulları, yayınorganları, dernekleri olmayan bir azınlık olarak yaşama mücadelesi vermektedir. TürklerinTürkiye sınırına yakın yerlerde oturmaları Suriye Hükümetlerinin onlara şüpheile bakmalarına yol açmıştır. Suriye sınır bölgesinde yaşayan bu Türkleri geriçekerek 10 km'lik bir şerit halinde Arap köylüleri yerleştirmektedir. Türklerin büyükelçilikve konsolosluklarla dahi ilişkileri kesilmeye çalışılmaktadır. Suriyeli idarecilerinbaskı ve zulmünden korkan Türkler de daha başka sıkıntılara girmemek için resmi görevlilerdenuzak durmak zorunda kalmışlardır.

Suriye'de yaşayan Türklere karşıAraplaştırma politikası uygulanmış, buradaki Türklerin örgütlenmemesi Suriye'nin işinikolaylaştırmıştır. Hatay'ın anavatana katılmasıyla Türklere uygulanan baskınında dozu artmıştır. Türkiye'ye gitmek isteyen Türklere pasaport verilmemiş, gizliolarak Türkiye'ye gelenler ise vatandaşlıktan çıkartılıp, malları da gasp edilmiştir.Türklerin yoğun olarak yaşadıkları yerlerde dahi Türkçe eğitim yapan ilkokulbulunmamaktadır. Okullarda eğitimin Arapça olarak yapılması, kültürlerine bağlıolan Türklerde okumaya karşı bir isteksizliğin doğmasına neden olmuştur. Türkiye'deokumak isteyenler ise ancak bir başka Arap ülkesinden Türkiye'ye gelebilmektedir.

Suriye'de yaşayan Türklerin pekçokhakları gasp edildiği gibi seçme ve seçilme hakları da çeşitli mazeretlerle kısıtlanmıştır.Toprak reformu adı altında Türklerin elinde bulunan topraklar devletleştirilerekburalara Araplar yerleştirilmektedir. Suriye hükümetleri nazarında Türkiye casuslarıolarak kabul edilen bölge Türklerine yönelik her türlü baskı ve sindirme politikalarısergilenmektedir. Bölgedeki Türk varlığının izlerini silme ve Türk köylerininisimleri değiştirme uygulamaları yürütülmektedir. Ayrıca aynen İran-Irak savaşındaolduğu gibi Suriye'nin katıldığı savaşlarda da Türkler, bilinçli olarak önsaflara sürülmüşlerdir.

Suriye'de büyük gruplar halindeyaşayan Türkler, milli benliklerini koruyabildikleri halde küçük gruplar halinde yaşayanlarönemli ölçüde Araplaşmışlardır. Bu durum, İngilizler ve Fransızların Ortadoğu'yuele geçirebilmek için Araplara aşıladığı Türk düşmanlığı etkisi ile bölgedekiArap halkın aşırı fanatikleşmesi ve Türklere karşı duygularını kin ve baskı şeklindeyansıtmalarına dayanmaktadır. Ayrıca Suriye hükümetlerinin bazı zamanlarda yoğunolarak uyguladığı planlı iktisadi, kültürel ve idari baskılar yapması, günlükkonuşma dilinin Arapça oluşu, Türk radyo yayınlarının uzun seneler boyuncaSuriye'den dinlenememesi, spor ve kültürel faaliyetlerinin engellenmesi gibi konularısaymak mümkündür.

Suriye Türklerine heralanda uygulanan baskı politikası ekonomik alanda da kendisini göstermektedir. Kırsalkesimde yaşayan Türkler genellikle ziraat, hayvancılık ve dokumacılıkla uğraşmaktadırlar.Suriye yetkililerinin izlediği olumsuz tavır nedeniyle bölgede yaşayan Türklerinekonomik durumları hergün daha kötüye gitmektedir. Bayır-Bucak Türkmenleri, orman köylüsüolmalarına rağmen kışın yakacak odun bile sağlayamaz duruma gelmişlerdir.

Bölgedeki Türklerin başarılıolduğu tütüncülük de başta Yunanistan ve Bulgaristan olmak üzere kimi Balkandevletlerinin de resmi ve gayriresmi uyuladığı desteklememe, ürünü ucuza alma, üreticininkimliğine göre fiat verme ve ekim sahasını kısıtlama yöntemleri ile Türkleringelir kapısı olmaktan çıkarılmıştır. Tütünden gelir elde edemeyen Türkler, elmaüreticiliğine başlamışlarsa da hükümetin bu ürünü çok ucuza almasından dolayıbundan da bir gelir sağlayamamışlardır. Bölge dağlık ve ormanlık olduğundan çokaz miktarda buğday ve arpa yetiştirilmekte, hayvancılık ise küçük kümes ve ahırlardayapılmaktadır. Halep'te yaşayan Türkler diğer yörelerde yaşayanlara göre daha iyidurumda olmakla birlikte uygulanan toprak reformu sonucu ellerinde büyük araziler kalmamıştır.Devlet, diğer bütün konularda olduğu gibi tarıma verdiği kredi kullanımında da Türklerezorluklar çıkarmaktadır. Çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşmayıp, Türkiye'de yüksektahsili seçenler ise döndüklerinde işsiz bırakılmaktadırlar.

Suriye'deki Türklerde diğer ülkelerdeazınlık olarak yaşayan soydaşlarımız gibi ağır insan hakları ihlalleri altındavarlıklarını sürdürme çabası veriyorlar. Bu çabalarında ise, çok başarılıolduklarını söylemek mümkün değil. Suriye'deki soydaşlarımızın bir kısmımaalesef Araplaşmaktadır. Buna karşılık Türkiye, Suriye rejiminin baskısını dahaçok artıracağı endişesinden Suriye Türklerinin haklarını koruyucu bir politikaizlememiştir.

 

TÜRKİYE - SURİYE İLİŞKİLERİ



Suriye, Hatay'ın anavatana katılmasını bir türlühazmedememiş ve bu bölgeyi hala Suriye haritası içinde göstermektedir. Halbuki 22Temmuz 1938'de Hatay'da yapılan sayım ve seçim sonucu halkın üçte birden fazlasınınTürk olduğu belirlenmişti. Buna karşılık Arap ve Nusayri nüfus, sadece %10'luk biroranı teşkil ediyordu. Nusayriler, Esad'ın Suriye'de darbe yapması akabinde sünnilerleçatışmalarına ara vererek kendi aralarında bir birlik oluşturma kararı aldılar.Ayrıca Suriye ve Esad ile ilişkilerinde bir yakınlaşma gözlendi.

Suriye yanlıları, bulundukları yerlerde taşınmazmal alma ve nüfuslarını artırmaya özen gösterdiler. Onların bu hareketleri, 1938 seçiminden100 yıl sonra yeni bir seçim yapılacağı iddiasını güçlendiriyor. Türkiye, böylebir antlaşmanın varlığını açıkça kabul etmese de Hatay konusunda attığı adımlarson derece dikkatli. Devlet, aldığı son kararla Hatay'a tayin edeceği kamu personeliniözel bir güvenlik soruşturmasına tabii tutuyor. Ayrıca Milli İstihbarat Teşkilatı'nınHatay'da bir süredir sayı olarak normalin üstünde elemanı mevcut.
Suriye, Türkiye'ye yönelik faaliyetlerini hem gizli hem de açık yollarla sürdürmektedir.Bu kapsamda; PKK'ya açıktan destek vermekte, Hatay'ın bazı yörelerinde Nusayrilerefinasman destek sağlayarak mülk edinmelerini temine çalışmakta (ancak Suriye'dekibaskı rejimin yakından tanıyan Nusayriler, Türkiye'yi tercih ediyor), Hatay'lı gençlereSuriye üniversitelerinde kontenjan ayırmakta ve karşılıksız burslar sağlamaktadır.

Suriye'nin Türkiye güvenliğialeyhinde çaba ve hareketleri yeni bir olay değildir. 1960'lı yılar sonu ile 1970'li yıllarbaşlarında Marksist-Leninst Türk örgütlerine destek veren Suriye, Ermeni Terör örgütüASALA'ya da destek sağlamıştır. Bunun üzerine Türkiye, 1983'te bu ülkeye bir notavererek ASALA militanlarının Suriye topraklarından çıkartılmasını istemiştir.Ancak buna karşılık Suriye, bu tarihten sonrada PKK'ya her türlü lojistik, silah veaskeri eğitim desteği sağlamıştır.

Suriye'nin en önemli stratejikhedefi, Hatay'ı geri almak olmasının yanısıra Suriye-PKK ilişkilerinden Esat ailesi,büyük meblağda gelir sağlamaktadır. Suriye, Bekaa Vadisi üzerinden yaklaşık 4milyar dolarlık bir uyuşturucu ticaretini kontrol etmekte ve ABD'ye giden eroinin yaklaşık%20'si Suriye kontrolündeki alandan sağlanmaktadır. Suriye, teröre verdiği desteğinsebebini Türkiye'nin su kaynaklarında denetim kurmasını engellemek olduğunu iddiaetmektedir. Ancak bu iddia, gerçeği pek yansıtmamaktadır.

Suriye ve yanısıra Irak'ınsuların kullanımı konusunda ortaya attıkları projelerine dayanarak açıkladıklarıgibi sulanabilir tarım arazileri gerçeği aksettirmemektedir. Her iki ülke de bu konudauluslararası destek arama yoluna gitmişler, böylelikle Türkiye üzerinde ekonomik vesiyasi baskı oluşturmaya çaba harcamışlardır. Su sorunu, her ne kadar Suriye tarafındançıkarları için kullanılan yapay bir sorun olsa da, yakın gelecekte Türkiye'ninOrtadoğu politikası üzerinde duracağı konulardan en önemlisini oluşturacaktır.Çünkü; söz konusu ülkeler ve araştırma merkezleri, konuyu maksatlı olarak;"Ortadoğu - su" denkleminden çıkarıp "Ortadoğu - su - savaş"denklemine çevirip savaş seneryoları yazmak istiyorlar. Böylece bölge üzerinde çıkarlarıolan ülkeler, Suriye ve Irak'la ilişkileri bozuk bir Türkiye'nin bu sorunlarla uğraşırkenamaçlarına ulaşmak istemektedirler.

1987'de Suriye ile imzalanan Güvenlikve İşbirliği Antlaşmasına rağmen Suriye, her zaman Türkiye'ye karşı terörizmikullanmıştır. 1 Ekim 1989'da dönemin Başbakanı terör konusunda Suriye'yi suçladığıiçin 21 Ekim 1989'da buna misilleme olarak 2 Suriye Mig uçağı Hatay'ın Samandağı ilçesindeTürkiye sınırını geçerek, Tapu - Kadastro uçağını düşürmüş, 2 pilot ve 3teknisyenin ölümüne sebep olmuştur. Yine aynı yıl, Esad'ın kardeşi Cemil Esad, bölgedebir Kürt devleti kurulması gerektiğini ve bu devletin Güneydoğu Anadoluyu da içinealması gerektiği ve Suriye yönetiminin PKK'ya her türlü desteği sağlayabileceği şeklindebir demeç vermiştir. Aralık 1989'da Suriye Enformasyon Bakanı Salman, Kıbrıs'lı Rumgazeticilere Hatay'ın bir Arap toprağı olduğunu, ancak sorunun kısa sürede çözümlenemeyeceğiniifade etmiştir. Buna karşılık Türkiye, sadece İçişleri Bakanı AbdülkadirAksu'nun Suriye ziyaretini iptal etmekle yetinmiştir.

 

TÜRKİYE'NİN SURİYE TÜRKLERİ POLİTİKASI


Türkiye'nin güneyinde yer alan Suriye, uzun yıllar Türkidaresinde kalmış bir ülkedir. Bu ülke, I. Dünya Savaşı sonrası şartlarda Osmanlıtopraklarının paylaşımı sırasında Fransız payı veya nüfuzuna düşen bir bölgedir.Bu bölgede kurulan Fransız manda yönetimi, gerekli şartları hazırladıktan sonra1936'da Suriye'ye bağımsızlık vermiştir. Milli Mücadele sırasında Türklerin yoğunyaşadığı Halep bölgesi de Misak-ı Milli sınırları içine alınmak istenmiş isede, daha sonra Fransa ile yapılan görüşmeler sonucu bu karardan vazgeçilmiştir.Fransa'nın mandası olan Suriye'ye bağımısız verdiği dönemde özerk statüdekiHatay'ın da Suriye'ye katılması gündeme geldiyse de, Türkiye, buna izin vermemiştir.Türklerin yoğun yaşadığı bir bölge olan Hatay, bir dizi diplomatik faaliyet sonrasıHatay'ın anavatana katılmasını sağlamıştır. Bunun üzerine Suriye, Türkiye ve Türklerekarşı bugün dahi etkisi süren büyük bir husumet beslemiş ve Türkiye alehtarı hertürlü eylemi desteklemiştir. Bu husumetten Suriye sınırları içinde yaşayan Türklerde nasibini almıştır. Suriye Türklerinin 1936'dan itibaren Türkçe konuşma veyazmaları yasaktır. Her türlü kültürel haklardan mahrumdurlar ve büyük birekonomik baskı altında bulunmaktadırlar. Ayrıca her türlü asimilasyona tabii tutulansoydaşlarımıza, özellikle Türk sınırına yakın bölgelerde iskan izni verilmemekteve buralarda yaşayanlar da zorla başka yerlere göç ettirilmektedir.

Hatay istisna tutulursa Cumhuriyet döneminde Türkiye'ninSuriye Türklerine yönelik bir politikasından bahsetmek mümkün değildir. Buna karşılıkSuriye, 12 Eylül 1980 öncesi terör eylemlerinden Asala'ya ve PKK'ya kadar Türkiye'yezarar verebilecek tüm faaliyetlere açıktan veya gizli olarak sürekli her türlü desteğivermektedir. Suriye'nin bu uluslararası hukuka aykırı ve komşuluk haklarına sığmayandüşmanca tutum ve alışkanlığını, zaman zaman da kendi halkının dahi bizar olduğuantidemokratik rejim ve dikta yönetimine bağlamak daha uygun olacaktır.

 

ESED DÖNEMİ TÜRKİYE SURİYE İLİŞKİLERİNE BİR BAKIŞ


Tarihte bu adla mustakil bir devlet hiç olmamasına rağmenSuriye coğrafyası, uluslar arası diplomasinin her devirde rekabet alanı olma özelliğinikorumuştur. Bu anlamda ilk akla gelen olay, dünya tarihinin de bir ilki olan Kadeş Savaşı'dır.Bereketli Hilâl'in doğusundan batısına uzanan o günün dünya ticaret yolununSuriye'den geçen kısmına egemen olma arzusu, bu savaşın ana nedenidir.

İslam tarihinde Bizans sınırında oluşturulanAvasım bölgesinin güneyinde kalan Suriye, Osmanlı döneminde Memlüklüler ile Osmanlılararasında yaşanan gerginliklerin de paylaşılamayan gerekçesi sayılmıştır. Sömürgelerdöneminde Hindistan ticaret yolu üzerinde kalmış, Napolyon tarafından 18.yüzyılınsonlarında Mısır ile birlikte ele geçirilmek istenmiştir. Fransa bu emeline ancak I.DünyaSavaşı sonunda toplanan Sen Remo Konferansı ile ulaşabilmiş, buranın Manda yönetimi,1920'de Fransa'ya bırakılmıştır.

Osmanlı'dan koparılan diğerArap toprakları gibi Suriye de, Sanayi Devriminden sonra Batı açısından enerji vepazar potansiyeline sahip Ortadoğu'nun köprübaşı niteliğini korumuştur. İngiltere'ninHindistan'a giden yolu üzerinde önemli bir yer işgal eden Suriye, Fransız mandasınagirdikten sonra, sömürge valisi General Gouraud tarafından, coğrafi ve tarihi bağlarıolan Lübnan'dan koparılmakla kalmamış, federal bölgelere de ayrılarak Arapmuhalefetinin gücü parçalanmak istenmiştir.

Aynı politikanın bir yansımasıolarak, 1922'de Atraş ailesi liderliğindeki Dürziler'e de geniş haklar sağlanmıştırArap milliyetçilerinin muhalefetini kırmak için 1930'da bu ülkeye sözde bir bağımsızlıkveren Fransa, Nazizmin ve Faşizmin dünyayı yeni bir savaşa doğru sürüklemesi üzerine1936'da bu ülkeden bütünü ile çekilmek zorunda kalmıştır. Ama arkasında bıraktığıbunalım mirası, ülkenin yönetimi konusunda görüş ayrılıklarına düşen güçmerkezlerinin savaş alanına döndürdüğü bu ülkede,1954'den sonra Baas hareketietkili olmaya başlamıştır.

Baasçıların Sovyetler Birliğiile her konuda iş birliğine yönelmeleri, tarihi Rus emellerine uygun olarak, AkdenizHavzası'nın tehdidinden zarar gören Türkiye gibi ülkeleri de yakından ilgilendirmiştir.Bağımsızlık sonrasında Suriye ile Türkiye arasında, Esed dönemine kadar en önemlisorun 1957'de çıkmış olan Suriye Krizi olmuştur. Zira bu ülkenin Sovyetler Birliğiile askeri ve ekonomik alanda bütünleşme yoluna gitmesi, o günün şartlarında Türkiye'yihem kuzeyden hem de güneyden Kominizm'in kıskacı altına almak anlamına gelmiştir.

Dönemin Menderes hükümetinin,bahsi geçen kuşatılmışlığı yarmak maksadı ile Suriye'ye karşı takındığısert tutuma, Sovyet lideri Kruşçev'in yeni bir dünya savaşı tehdidi ile karşılıkvermesi, Türkiye'yi Amerika'ya daha da yakınlaştırmıştır. Bu yakınlaşmanıngetirdiği kararlılık sonuç vermiştir. Nitekim, NATO'nun yeni üyesi olan Türkiye'ninAmerikan desteğini de yanında görmesi, bu konuda geri adım atmamasını sağlamıştır.Sovyet Rusya desteğindeki Suriye ile Amerika desteğindeki Türkiye'yi savaşın eşiğinegetiren bu bunalım, 1958'de Mısır ile Suriye'nin kısa süren Birleşik ArapCumhuriyeti denemesi nedeni ile yumuşama sürecine girmiştir. Ülkeyi yönetenlerin bubirleşmeden maksatları, ordunun Sovyetler ile entegrasyon'unu önlemek amacı taşıdığıbilinmektedir. 1963'de Baas Partisi tarafından gerçekleştirilen darbe ile Suriye farklıbir sürece girmiş, eskiye nispetle, baskıya dayalı da olsa bir istikrar sağlanabilmiştir.1967 Arap-İsrail savaşında Türkiye'nin Arap ülkelerine insanî yardım'da bulunmasıve Türkiye'deki üslerin İsrail lehine kullandırılmayacağını açıklaması, iki ülkearasındaki gerginliği büyük ölçüde yok etmiştir. Böylece Esed öncesi dönemin, Türkiye-Suriyeaçısından en önemli bunalımı sıcak bir çatışmaya dönüşmeden atlatılabilmiştir.

Suriye'nin dış politikrefleksini, dolayısıyla Türkiye ile olan ilişkilerini belirleyen şüphesiz Baasrejimi olmuştur. Arap ulusunun tek bir sosyalist devlette birleşmesini amaçlayan busiyasal örgütlenme, 1953'de Michel Eflak'ın Arap Diriliş Partisi ile Ekrem el-Havranî'ninArap Sosyalist Partisi'nin birleşmesi sonucu oluşturulmuştur. Örgütün askeri kanadı1968'de Irak'ta, 1970'de de Suriye'de yönetimi ele geçirmiştir. Bu tarihten sonraSuriye'nin bütün diplomatik davranışlarına egemen olan asıl unsur, nüfusun %15'inioluşturan, siyasi ve askerî gücü de elinde tutan Şii'liğin bu ülkedeki uzantısıolan Nusayrî meşrebine bağlı Baasçılar olmuştur. Suriye nüfusunun sayısal çoğunluğunuoluşturan Sünni nüfusa rağmen, mezhepçi azınlığın iktidarının ayakta kalmasınınzorlukları, Esed dönemi rejiminin iç ve dış politikasını da belirleyen ana faktördür.

1971'de Baas Partisi'nin lideriolarak Suriye'nin başına geçen ve giderek bu ülkenin tek adamı olan Esed'in içeridesünni muhalefete karşı sert tutumunun en korkunç olanı, hiç şüphesiz, bir şehrinharitadan silinmesi ile sonuçlanan Hama Katliamı olmalıdır. 1982'de 30 binden fazlainsanın ölümü ile sonuçlanan bu olay, Esed rejiminin ülke içinde halkına karşıne kadar acımasız olabildiğinin tipik bir göstergesidir. Gerçekten de Suriye'nin,insan haklarını en fazla ihlal eden ülke olma özelliğinde bu güne kadar hiç bir değişiklikolmamıştır. Hafız Esed, iktidarının geleceğini, içeride halkı sindirme, dışpolitikada ise gerginliği sürekli kılma stratejisi uzerine kurmuştur. Bu politikanınbizim ülkemize yansıması ise genellikle terörist örgütlerin personel, finansman ve mühimmatbakımından desteklenmesi şeklinde tezahür etmiştir.

Arkasında geniş tabanlı birtoplumsal desteği olmayan Esed rejimi, komşuları ile sürekli sorun yaşayarak olağanüstüyönetimini meşru gösterme çabası içinde olmuştur. Bu yüzden diktatörlükle yönetilenülkelerde görülen uygulamaların her türüne, bu ülkede de rastlamak mümkündür.Suriye, dış politikasında Sovyet Rusya yandaşlığını caydırıcı bir avantajolarak, bu blokun dağılmasına kadar sürdürmüş, sonra da terör örgütleri ile işbirliğini aynı amaca hizmet niyeti ile kullanmıştır. Bu ülkenin dış ilişkilerdegerginlik ve teröre endeksli politikası onun aynı zamanda tabiatının gereği halinegelmiştir. Başka bir ifade ile, gelişmiş ülkelerde, diplomasinin açmazı olarak görülenterör ve gerginlik, Esed rejiminde bir çeşit avantaj şekline dönüşebilmiştir.

 

SU VE TERÖR



Türkiye ile Suriye arasında gerginliğe neden olan asılmesele sınır aşan suların kullanımından doğan anlaşmazlıklardır. Türkiye'ninGAP kapsamında kurduğu Atatürk Barajı, önemli bir kısmı Suriye'den geçen Fırat'ıkontrol altına almaktadır ve Suriye'nin bu suya hayati derecede ihtiyacı vardır. Herne kadar Türkiye, 1987'de merhum Özal döneminde imzaladığı porotokole bağlıkalarak Atatürk Barajından yılda 15 milyar metreküp suyu aksatmadan vermişse de,suyun kontrol altına alınmış olması bu ülkeyi diplomatik açıdan Türkiye'ye bağlamıştır.Aslında verilen bu miktar Suriye'nin 11 milyar metreküplük ihtiyacından daha fazlasınıoluşturmuştur. Ancak ifade ettiğimiz gibi bu durum,Türkiye'nin bu ülkeye karşı herzaman caydırıcı olmasını sağlayan diplomatik avantaj anlamına geldiğinden, Suriyebu durumu kabullenmek istememiştir.

Suriye tarafı, Fırat'ı uluslar arası nehir olarak görmüşve yapılacak bir anlaşmada PAYLAŞIM esasının kabul edilmesindeki ısrarında henüzdeğişiklik yapmamıştır.
Türkiye ise bu yaklaşımın yerine TAHSİS kavramının iki tarafça da benimsenmesiyolunu zorlamaktadır. Bu meselede, önceden Sovyetlerin desteğini kolayca yanında bulanSuriye, Sosyalist blokun dağılması ile, Türkiye karşısnda diplomatik açıdan çokönemli ölçüde gerilemiştir. Giderek Esed rejiminin dış ilişkilerde yalnız kalması,diplomatik avantajlarını kaybetmesi, yeni arayışlara girmesi zaruretini ortaya çıkarmış,bu durum ise onu uluslar arası hukuk kurallarına uymayan yollara baş vurma tercihinezorlamıştır.

İşte bu nedenle Suriye yönetimi,Türkiye'nin su kozuna karşılık, geçmişte Ermeni ASALA, yakın geçmişte PKK ve onunlideri Apo faktörünü uzun süre caydırıcı bir unsur olarak kullanmak istemiştir.Bekaa Vaadisi'ni her türlü terör faaliyetlerinin kamp hizmetlerine sunmaktan, döneminbaşbakanı Demirel'in adres ve telefonlarını vermesine rağmen Apo'nun Şamda'ki varlığınısuretâ inkar ederek terörün gücünden yararlanma yolunu tercih etmekten uzun süre vazgeçmemiştir. PKK'nin faaliyetlerine verilen gizli ve açık destek, Türk dış işlerive başbakanlığı düzeyinde yapılan tüm girişimlere rağmen, bu ülkenin yöneticilerincediplomatik avantaj olarak görülmeye devam edilmiştir. Bu süreç, TSK'dan gelen sert vekararlı uyarılara kadar devam etmiştir.

Nihayet TSK'nın sıcak müdaheleniyeti kesin olarak anlaşılınca Suriye, Apo'nun yakalanma sürecini başlatan terörüihraç kararını vermek durumunda kalmıştır. Öte yandan, Şia'nın bir kolu olanNuseyri iktidarını, mezhebî yakınlığı dolayısıyla kullanan İran, bu ülke ile İslamDevrimi'inden beri iyi geçinmiş, Suriye'nin Lübnan Devleti üzerindeki etkisini dekullanarak Kafkasya'dan Akdeniz'e uzanan bir korudorun oluşumunu ve kurumsallaşmasınısağlamaya çalışmıştır.

Teferruatta farklı yönelişleresahip olsalar bile, bahsini ettiğimiz coğrafya içerisinde Irak'ın güneyini dekapsayacak biçimde mezhebî birlikteliğe sahip hareketli bir etnoğrafya mevcuttur. Böylebir ittifak koridoru, elbette Türkiye'nin ve onun müttefiklerinin Ortadoğu ile ilişkileriniolumsuz yönde etkileyecek, hatta kuzey-batıdan Ortadoks kuşatmasına muhatap olan ülkemizigiderek güneyden de mezhebi entegrasyon'a dayalı bir kuşakla sıkıştırmış olacaktır.Nitekim teröre sağlanan lojistik destek konusunda Suriye-Yunanistan iş birliğinin doğurduğusonuçlar halen hafızalarda tazeliğini korumaktadır. Bunun yanı sıra Suriye'ninHatay'ı kendi ülkesinin bir parçası olarak görmesi ve üst düzey diplomatik görüşmelerdebile bu durumu haritalarında göstermekte ısrar etmesi anlaşmazlığın bir başkaboyutunu oluşturmaktadır. Aslında Esed yönetimi de biliyor ki, bu tarihi hayal gerçekleşmeyecek.

Ancak yukarıda ifade etmeye çalıştığımızgibi bu ülkenin dış politikası krizden beslenen bir yapısal niteliğe sahiptir. Türkiyeile sıcak bir çatışmaya girmeden, düşük yoğunluklu olarak diplomatik krizin devametmesi, Esed rejimine hem içeride hem de dışarıda, çeşitli denge imkanları sağlamaktadır.İsrail ile ilişkilerin Golan Krizi şeklinde sürekli canlı tutulmasının nedeni deaynı amaca yönelik olmuştur.

Objektif ve uluslar arasıkurallara uygun bir dış politik yapılanmanın, bu rejimin en önemli çıkmazı olacağınıdüşünmek yanlış olmaz. Bu bakımdan Esed sonrası dönemden çok fazla da ümitliolmamak gerekir. Zira Esed prototipini şekillendiren rejimin unsurlar ve bu unsurlarıbesleyen iç ve dış konjüktürün duruşlarında şimdilik bir değişme olmamıştır.Her ne kadar bu ülkede olası değişiklikleri, oğul Beşşar'ın Batı'da eğitim görmüşinternet tutkunu oluşuna bağlayanlar varsa da, Ortadoğu'da yeni bir istikrarsızlıkadası oluşumuna kayıtsız kalması imkansız olan güç merkezleri, yeni iktidarın oluşumunaolabildiğince etki etmeye çalışacaklardır. Suriye'de oluşturulacak yeni süreç içinde,sindirilmiş ve örgütsüz Sünni muhalefetin ise en azından yakın gelecektefonksiyonel olacağına dair bir belirti yok gibidir.

 

YENİ DÖNEM


Esed'den sonra bu ülke ile Türkiye arasında çok köklüdeğişikliklerin olabilirliği, özellikle Suriye tarafının önceliklerinin değişmesinebağlıdır. Suriye'nin teröre olan desteğinin Türkiye tarafından deşifre edilmesi,bu ülkenin taleplerine yönelik iddialarına uluslar arası diplomaside yer bulmasınıda güçleştirmiştir. Bu yönü ile Suriye eskiye göre kuzey komşusu karşısındadaha da güçsüz durumdadır. Hatay ve Fırat konusundaki taleplerini en azından yakınbir gelecekte yüksek perdeden seslendirmeyecektir.. Suriye hariciyesinin asıl yumuşakkarnı ise, ülkenin iç istikrarsızlığa gebe olmasıdır.

Esed sonrasında bu ülkeyi çok ciddi sorunlarınbeklediği açıktır. Geride kalan dönemin dış ilişkilerde bıraktığı tortularaileveten, aralarında inanç ve siyasal görüşer bakımından derin farklılıklarbulunan çeşitli etnik unsurların muhtemel hareketliliği, bu ülkede çok ciddisorunlara ve hatta siyasal bölünmelere imkan sağlayacak niteliktedir. Suriye üzerineinceleme yapan uzmanların ortak bir tesbiti olarak, etnik ve mezhebi temellere dayalı,yaşanabilecek bir bölünme sürecinde Golan, Hauran ve Kuzey Ürdün bölgesinde Dürzilerin;sahile yakın bölgede Nuseyrilerin; Hama, Humus ve Şam bölgesinde ise Sünnilerin müstakilhareket etmeleri ihtimalini ciddi olarak dikkate almak gerekir. Böyle bir gelişmeyiengellemek durumundaki Baas rejimini, eskisi kadar güçlü kılacak avantajlar mevcut değildir.Yönetimi şimdilik elinde bulunduran Nuseyri azınlığın, ne 1970'lerdeki uluslararasıkonjüktüre benzer nitelikte, ne de Sünni çoğunluk karşısında, karizmatik bir kişiliketrafında bütünleşmiş bir toplumsal desteği vardır. 1982'deki Hama katliamının başaktörü olarak bilinen, Rifat Esed başta olmak üzere Nuseyri ittifakının güçunsurlarının da kendi içinde bir egemenlik mücadelesi yaşayacağı kesin gözükmektedir.

Bu bağlamda, Esed'in en güçlümirasçısı oğul Beşşar gözükse de, işlerin kolay olmayacağı anlaşılmaktadır.Anlatılanlara bakılacak olursa, Beşşar Esad liberal kültür ortamında yetişmiştirve babasının bıraktığı gerginlik politikasına da alışık değildir. Rejimi oluşturangüç merkezleri, onu bu konuda yetersiz görürlerse alternatif bulmakta zorlanmayacaklarıaçıktır.

Ortadoğu'da yeni bir istikrarsızlıkadasının oluşmasından elbetteki Türkiye'nin de diğer İslam ülkelerinin de birfayda temin edemeyeceği, hatta olası bir Suriye bunalımının bölgeyi her bakımdanolumsuz yönde etkileceği kesindir. Suriye'nin parçalanması, ancak bölgede genişlemestratejisi güden İsrail'in ve Ortadoğu'da terör ve istikrarsızlığı silah pazarıolarak gören ülkelerin işine yarar. Böyle bir oluşum, Çin'in, Rusya'nın, ABD'nin vebazı Avrupa ülkelerinin bölgeye doğrudan müdahelesi anlamına gelir ki, bu her bakımdanOrtadoğu'daki güç dengelerinin duruşlarını değiştirebilir.

Bu bakımdan Suriye'deki etnik vemezhebi kimliğe dayalı kesimlerin konsensüsünü sağlamış, iç barışını ve özgürlükortamını kurmuş demokratik bir Suriye, başta ülkemiz olmak üzere iyi niyet taşıyanherkesin temennisi olmalıdır.

 

SURİYE VE TERÖR


Suriye yönetimi, "terörizm"i düşmanlarınakarşı bir silah ve Ortadoğu'da yayılmaya yönelik bir güç olarak kullanıyor. Bukirli ve karanlık savaşın kontrolünü, bir diktatör olan Devlet Başkanı HafızEsad, ülkenin "Haber alma ve Güvenlik" birimlerini kullanarak elinde tutuyor.Suriye'nin istihbarat birimleri, Batı ülkelerine, İsrail'e, Ortadoğu'da barışisteyen Arap ülkelerine ve Esad yönetimine ters düşen gruplara yönelik teröreylemlerini, el altında bulundurdukları terör taşeronlarına ihale ediyorlar. Bueylemler bombalama, toplu cinayetler, suikastler, sabotaj ve insan kaçırma olaylarışeklinde gerçekleştiriliyor. Suriye, terörizmle işbirliği yaptığı içinuluslararası alanda adı kötüye çıkmıştır. Her cinsten teröristi topraklarındabarındırıyor, besliyor ve bu cömertliğine karşılık olarak da bu katilleri kendiemelleri için kullanıyor. Suriye diplomasisi, bir yandan ABD'nin Ortadoğu'dasürdürdüğü barış girişimlerini desteklediği ve İsrail ile bir anlaşmayavarabileceği görüntüsünü verirken, öte yandan Lübnan'lı Şii Hizbullahgerillalarının, Güney Lübnan'da, İsrail halkına karşı terör eylemlerinisürdürmelerine ve Kuzey İsrail sınırlarını tehdit etmelerine göz yumuyor, hattakışkırttığı da iddia ediliyor.

Suriye'nin, uluslararası terörizmle olan ilişkileri yüzünden sicili hayli kirlidir.ABD Dışişleri Bakanlığı'nın "terörizme devlet desteği sağlayanülkeler" listesinde adı 1979'dan bu yana, ilk sıradaki yerini daima korumuştur.Suriye terörü, iç ve dış politikasında bir silah olarak kullandığı için, birçokülke tarafından dışlanmış, tek başına yaşamaya mahkum edilmiş bir ülke durumunagelmiştir. Şam yönetimi, Filistin Kurtuluş Örgütü'nün ılımlı kanadınıparçalayarak, radikallere terör örgütleri kurdurduğu ve FKÖ örtüsü altındaonları kullandığı için, Yaser Arafat ile ilişkileri bozulmuştur. Dünya üzerindemeşru bir devlet yaratma mücadelesi veren Filistin Kurtuluş Örgütü'nün lideri YaserArafat, Hafız Esad'ın oyuncağı olmak istemediği ve ona karşı direndiği için,Suriye tarafından düşman ilan edilmiş, bünyesinden koparılarak yaratılan karşıtterörist güçlere kırdırılmak istenmiş, aynı inancın savaşını veren kardeşlerbirbirlerine düşman hale getirilmiştir. Suriye'nin kendi çıkarları içinkullandığı Filistin terör gurupları ise sahneye Suriye'nin "terörtaşeronları" olarak çıkmışlardır.

1970'li yıllarda, Ortadoğu'dabarış yanlılarının güç kazanması, Suriye'nin izlediği politikaya tersdüştüğü için, 1974'de "Arap Red Cephesi"ni kurdu ve liderliğini üslendi.O yıllarda, Japon "Kızıl Ordu"suna kadar el uzatan Şam yönetimi, Ermeniterör örgütü ASALA'yı da kurmuş, örgütlemiş, Türk ve yabancı hedefleresaldırtarak uluslararası terörü yaratmıştır. "Çakal" Carlos'un,1980'lerin başında Suriye İstihbaratının hizmetine girip Hava İstihbarat Birimi'ninBaşkanı General Muhammed al-Khouly'nin emrinde çalıştığı da biliniyor."Çakal" Avrupa'da gerçekleştirdiği birçok kanlı eylemden sonra 1988'deortadan kaybolmuştu. Fransız İstihbarat Örgütü 1991 de asıl adı Illych RamirezSanchez olan "Çakal" Carlos'un, Şam'da gizlendiğini tesbit etti."Çakal" kendisi gibi aranan bir terörist olan eşi Alman "KızılOrdu" terör örgütünün militanı Magdalena Kopp ve 6 yaşındaki kızı Evita ileSuriye başkentinde Matze mahallesinde bir apartmanda Michel Asaf adını kullanarakyaşıyordu.

Suriye'nin en faal dış haberalma örgütü Lübnan'dadır. Kısa bir süre öncesine kadar başında Askeriİstihbarat Başkanı Ali Duba bulunmaktaydı. Bu örgütün üssü Bekaa vadisindeAnjar'dadır. Bölgesel örgüt büroları ise Batı Beyrut, Tripoli, Hammana, Sidon,Shtawra, Ba'albek ve Jub Janin'dedir. Suriye, bu istihbarat biriminin sayesinde bölgeyikontrolü altında bulundurabiliyor. "Terör taşeronları" yanısıra Suriyeliistihbarat ajanlarının da, terörist eylemlerde "diplomat" örtüsü altındahareket ettikleri saptanmıştır. Bu eylemlerden bazıları şöyle sıralanabilir:Ürdün Maslahatgüzarı Histam al-Maysin'in Beyrut'ta 1981'de kaçırılması, LouisDelamore'nin öldürülmesi, Beşir Cemayel'i hedef alan suikast ve Ekim 1983'deBeyrut'taki Amerikan kışlasının bombalanarak 241 askerin öldürülmesi. Suriyeİstihbarat Örgütü daha birçok benzeri eyleme kanlı imzasını atmıştır.

Bu arada Fransızİstihbarat Örgütü'nün yaptığı tesbitlere göre, Fransız "DoğrudanEylem" gibi Batı Avrupa kökenli terör örgütlerinin militanları da, Suriye'de"ideolojik" ve "askeri" eğitim görmüşlerdir. Suriye, 1980'lerinbaşında Ortadoğu'da kendisine müttefik arayan Sovyetler Birliği'nin de desteğinialmıştı. Suriye'nin, Ortadoğu'daki emelleri, Moskova için "düşük riskli"olduğu, gibi Türkiye politikasıyla da uyumluydu. Suriye 1970'lerde dünyanın dört biryanında adı korku yaratan terörist örgütlerin Kabe'si haline gelmişti. Hafız Esat,Radikal Filistinli gruplara, Suudi Arabistan, Lübnan, Ürdün, Irak yönetimlerinekarşı terör yaratan güçlere çok açık bir şekilde kucak açmıştı.

Tıpkı 1980'lı yıllarınbaşında Türkiye'ye problemler yaratması için PKK'ya kucak açtığı gibi.. Bekaavadisi, Suriye'nin kontrolüne geçmesiyle birlikte, bölge uluslararası terörün bireğitim merkezi durumuna gelmişti. Bu kamplarda Japon "Kızıl OrduFraksiyonu"ndan, Tayland'lı "Şetani Kurtuluş Cephesi"ne, "EritreKurtuluş Hareketi"nden, POLISARIO'ya, Ermeni ASALA'dan Kürt PKK'ya kadar dünyanındört bir köşesinden gelen birçok terör örgütünü barındırıyor, besliyor,koruyordu. Hatta Yunanistan'da Sosyalist Papandreu iktidarının Bakanlarından SafisValirakis, Vasilis Konstandineas ve 1988'de Yunan İstihbarat Teşkilatı'nın BaşkanıKostas Tsimas'ın da Bekaa'da eğitildikleri biliniyor. Bunlar ve daha başkaları PASOKpartisi iktidara geldikten sonra, Yunanistan'ın kapılarını uluslararası terörizmeaçtılar. Suriye'nin, 1983'te uluslararası terörizme yeni bir yön verdiği gözlendi.O tarihten sonra Şam yönetimi, Muhaberat ajanlarının terör eylemlerinde doğrudan yeralmalarına bazı sınırlamalar getirdi. Suriye'nin bir devlet olarak itibarınınkorunması yani bir "terör devleti" olduğunu gizlemesi gerekiyordu. Uygulamayabaşladığı bu yeni terör politikasıyla, ajanlarını terör eylemlerinden çekmiş,devreye Bekaa vadisinde topladığı terör militanlarını sokmuştu.

Böylece Suriyeİstihbaratı eylem yapılacak hedefleri seçiyor, saldırı operasyonlarını planlıyorve eylemleri gerçekleştirme görevini Bekaa'da üslenen terör örgütlerine veriyordu.İsrail'in 1983'te Lübnan'dan çekilmesinden sonra evvelce Lübnan'da üslenmiş bulunan3500 kadar terörist'i Suriye İstihbarat'ı askeri uçaklarla Şam'a taşımıştı.Bunların arasında kod adı (Sabri al-Banna) olan Ebu Nidal de bulunuyordu. Kendisine,Şam'da bir ev tahsis edilmiş, adamları da koruma altına alınmıştı.

Şam'ın uluslararasıterörizmin bir Koordinasyon Merkezi durumuna gelmesinde Lübnan'daki gelişmelerinbüyük rolü olmuştur. Dünyanın her yanından gelen teröristlere Suriye'nin BaşkentiŞam'ın çevresinde tahsis edilen 5 kamp ve Suriye'nin, Lübnan'da işgal ettiğibölgelerde kurulan 20 kamp, artık yeterli olmamaya başlamıştı. Şam yakınlarındaki"Yarmuk" kampı ileri derecede terörist eğitimi için tahsis edilmişti. Bukamp uluslararası terörün üniversitesi idi. Yarmuk'ta değişik ülkelerden gelenteröristler Varşova Paktı üyesi ülkelerin subayları tarafından eğitiliyorlardı.Bekaa vadisindeki kamplar ise, Ortadoğu bölgesinde faaliyet gösteren teröristlereayrılmıştı. Türkiye'de eylem yapan terör örgütlerinin militanları da bu kamplardaeğitiliyorlardı. Esad tarafından planlanan terör eylemlerinin gerçekleştirilmeoperasyonları ise, Hava Kuvvetleri İstihbarat Başkanı Tuğgeneral Muhammed Khoulytarafından işleme konuyordu. Tuğgeneral Khouli'nin yardımcısı Albay Haitham Sayeed,terör operasyonlarının ayrıntılarıyla uğraşıyor mekanizmanın işlemesinisağlıyordu, terör örgütleriyle koordinasyonu ve bağlantıyı sağlıyordu.

İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ DÖNEMDE SURİYE


1989 sonrası dönemde uluslararası sistemde yaşanan değişikliklerSuriye'yi fazla değilse bile etkilemiştir. Şam'ın en önemli sorunu da, en büyükticaret ortağı, dış yardım ve silah alım kaynağı olan Sovyetler Birliği'nde yaşanandeğişiklikler oldu. Suriye, ekonomik ve askeri alanlarda büyük ölçüde Moskova'nındesteğine bağlıydı. Doğu blokundaki değişimin siyasi sonuçları ise çok dahaciddiydi. Esad, bu değişikliğin getireceği olumsuz sonuçların önünü almak ve düşmansaydığı Saddam Hüseyin'in çöküşünde rol oynamak için 1990-1991 Körfez Savaşı'ndaBatılı müttefiklerin yanında yer aldı. Suriye'nin Batı ülkelerine 5 milyar Dolar'ayakın dış borcu bulunuyor. 1989'un başında 100 milyon Dolarlık kısa vadeli birborcunu ödemesi bile büyük sorun olmuştu. 1991'den sonra da, dış borç sorunu ağırlaşarakdevam etti. Suriye'nin eski "Varşova Paktı" üyelerine olan borcunun ise 18milyar Dolar civarında olduğu tahmin ediliyor. Bu borcun büyük bölümü bu ülkelerdensilah alımına harcanmıştır. 1989'un son aylarında Moskova, Suriye mallarını eskisigibi yüksek fiyatlar vererek satın almıyordu. Bu da Suriye'nin ekonomik durumunu gözlegörülür bir şekilde bozmuştu.

Körfez Savaşı'nda Batı yanlısı bir politika izleyenSuriye, bu politikasının sonuçlarını almada gecikmedi. Avrupa Topluluğu, 1986'dadondurduğu ekonomik yardımı serbest bıraktı ve hemen 200 milyon dolarlık bir borçverdi. Daha sonra, Japonya da 466 milyon Dolarlık yardımda bulunacağını açıkladı.Kuveyt başta gelmek üzere Arap ülkelerinden de Suriye'ye 2 milyar Dolar üzerinde yardımve kredi aktı. Örneğin "Doğu Habur Sulama Şebekesi" inşası içinfinansman sağlayan Kuveyt ve Körfez Şeyhlikleri oldu. Bu proje, Bulgar firmalarınaverildi. Daha önce kapalı olan Arap ülkelerinden ekonomik yardım olanağının KörfezSavaşı sonrası açılması, Esad'ın dayandığı sosyal güçlerin zeminini de sağlamlaştırdı.Bu taban, dört sosyal güçten oluşuyor: Ordu-Güvenlik yapılanması, devlet kuruluşlarındakiyaygın bir yönetici ağı, özellikle Şam'da yoğunlaşan ve BAAS Partisi'nin imkanlarındanyararlanan ticari bir sınıf ve zengin çiftçiler. Esad, 1970'de iktidarı ele geçirdiktensonra çevresinde hızla rejimin kendisine sunduğu olanaklardan yararlanan elit bir zümreoluşmuştu. Bu zümreye sağlanan olanaklar ise, toplumsal ekonomik dengesizliklerin dahada artması sonucunu doğurdu. Bu zümrenin, yönetimi elinde tutan azınlıkNuseyri'lerden oluşması da, ülkenin sosyal ve siyasi yapısına uygundu.

Öte yandan Suriye saplandığıekonomik batağa ve eski Varşova Paktı üyelerine olan milyarlarca Dolar borcuna rağmenyine onlardan silah satın almaya devam ediyor. Bu ülkelerden başka Kuzey Kore ile Çin,Suriye'nin silah satın aldığı kaynaklardır. 1991 Haziranında Kuzey Kore, Şam'a 100adet SCUD-C füzesi, 100 adet M-9 kısa menzilli füze verdi. 1992 yılı başında ise 2milyar Dolar tutarında MIG-29, SU-24 uçakları ile ASM-10 ve SAM-11 füzelerini kapsayanbir anlaşma yapıldı. 1991 yılında yapılan Devlet Başkanlığı seçimleri öncesindeŞam yönetimi, "Demokratik" bir görüntü sunma çabası içine girmişti.Hapishanelerdeki binlerce mahkumdan bir kısmı serbest bırakıldı ancak Hafız Esad vekadrosunun, demokrasiyi içtenlikle isteyeceği konusunda büyük şüpheler bulunmaktaydıve bu şüpheler sonuçta gerçekleşti. Esad seçimleri "yüzde 99.98" oy oranıylatekrar kazanırken, Şam rejiminin demokratikleşmeye niyetli olduğunu sanan Suriyevatandaşları, seçimler sonucunda hapishaneleri doldurdular. Uluslararası İnsan HaklarıÖrgütü'nün Lazkiye temsilcilerinden oluşan bir grup tarafından hazırlanan birraporda, 1991 Aralık ayında yapılan Devlet Başkanlığı seçimlerinde büyük çaptahile yapıldığı belirtilmiştir.

"Demokratikleşme" görüntüsüaltında seçimler öncesinde biraz daha özgürlük ve demokratikleşme beklentisi içindeolduğunu açıklayanlar tesbit edildi ve tutuklandı. 22 Mayıs 1990'da yapılanmilletvekili seçimleri de aynı koşullarda gerçekleşmişti. "BüyükSuriye"nin, "Doğal Suriye" olduğu ve Suriye'nin "dışarda kalmışparçalarının birleştirilmesini" savunan "Suriye Sosyal MilliyetçiPartisi", (SSNP) Beyrut'ta Yunan Ortodoks Antuan Saada tarafından kurulmuştu. SNP,"Anti-Arap", "Anti-Komünist" ve "Laik" görünümlü birparti olarak, azınlıklar arasında da destek buldu. Bu partinin BAAS Partisi'nealternatif olarak güçlenmesi olasılığı yüksektir, bunun bazı belirtileri de şimdidengörülüyor. Zaten BAAS Partisi'nin 1975 sonrası uygulamaları da SSNP'nin hedefleriyletam bir uyum içindedir. Daniel Pipes tarafından yazılan "Büyük Suriye: Bir HırsınTarihi" (1990) isimli kitapta, Suriye Devlet Başkanı Esad'ın başından beri"Büyük Suriye" idealinin peşinde koştuğu ve bu amaçla kurulmuş olan"Suriye Sosyal Milliyetçi Partisi"ne (SSNP) gizli üye olmasının sürpriz sayılmayacağınıbelirtmişti.

"Pan-Arabist" BAASideolojisine karşın SSNP, "Bilad al Sham" olarak adlandırdığı "BüyükSuriye"yi savunur. Esad, 1975'den bu yana SSNP'yı karşısına almamaktadır. ZatenSuriye'nin Lübnan'ı işgalinden sonra SSNP ile BAAS rejimi arasındaki ideolojik farklılıklarınbüyük ölçüde kalktığı da, Esad'ın biyografisini yazan Patrick Seale tarafındanifade ediliyor. Suriye lideri Hafız Esad, Kasım 1994'de iktidarının 24.yılınıtamamladı. Ancak sağlığı kötü durumda olan Esad, 1992 yılı sonlarında aylarcaortada gözükmemiş, çeşitli söylentilere zemin hazırlamıştı. 1988 yılı sonlarındakan kanseri teşhisi konan Hafız Esad, aynı zamanda bir kalp ve şeker hastasıdır. HafızEsad, 1983 Kasım ayında da önemli bir rahatsızlık geçirmiş birkaç ay halkın karşısınaçıkamamıştı.

1984'de, Esad'ın ortalıktagözükmediği sıralarda, kardeşi Rıfat iktidarı ele geçirmeye çalıştı. 1984 Şubatayında Rıfat'ın "Savunma Birlikleri"nin T-32 tankları Şam'a girmiş, ikitarafın birlikleri karşı karşıya gelmişti. Bu kriz, Esad'ın hasta yatağından kalkıpRıfat'la görüşmesiyle çözüldü. Hafız Esad'ın, kardeşi Rıfat'a hiç güveniyoktu, bu olaydan sonra güvenini büsbütün yitirmiş ve oğlu Basil'i yetiştirmeye yönelmişti.Ancak Esad'ın kendisinden sonra Suriye'yi yönetmesi için hazırladığı oğlu Basil,Ocak 1994'de bir trafik kazası sonucu öldü. Ölümü hakkında spekülasyonlar yapılsada, bir kaza olduğu kabul ediliyor. Buna karşı olan bir görüş ise Basil'in amcalarıRıfat ve Cemil'in uyuşturucu ve rüşvet kanallarını ortadan kaldırmak istemesinedeniyle öldürüldüğü ve buna bir kaza süsü verildiği şeklindedir. Basil, 1993 yılıHaziran-Temmuz aylarında başlatılan Suriye-Lübnan uyuşturucu trafiğini kontrol altınaalma girişimlerine öncülük etmişti.

Esad ailesinin diğer üyelerigibi adı uyuşturucu ve silah kaçakçılığına ya da kirli işlere karışmayan Basil,son 5 yıldır dikkatli bir şekilde Suriye Devlet Başkanlığı'na hazırlandırılıyordu.Yapılan plana göre, Esad sonrası dönemde şimdiki Devlet Başkanı Yardımcısı AbdülhalimHaddam ve Basil Esad, ikili bir yönetimle iktidarı paylaşacaklardı. Bu kararın alındığıgünlerde 33 yaşında olan Basil, Devlet Başkanı olması için gerekli 40 yaşınagelinceye kadar tecrübeli Haddam'ın yanında yetişecekti. Ancak bu senaryo artık gerçekleşemeyecek.Öte yandan, Esad'ın kardeşi Rıfat, 1992 yazında Paris'teki sürgünden döndü. Rıfat'ınresmi görevi, "İstihbarat ve Güvenlikten Sorumlu Devlet Başkanı Yardımcısı"olsa da, bu kağıt üzerinde bir mevkidir; çünkü 1984 krizinden sonra emrindeki 55 binkişilik özel askeri birliklerin dağıtılması Rıfat'ın, Suriye'deki askeri gücünübüyük oranda kaybetmesine yol açmıştı. Esad'ın diğer kardeşi Cemil de, 1984 kriziöncesinde Lazkiye'yi yönetiyordu. Cemil'in "Ali al-Murtaza" isminde dini birörgüt görünümünde Kuzey Batı bölgelerinde etkin siyasi bir örgütlenmesibulunuyordu.

Suriye'de iktidar içinoynayan diğer kişiler, Esad'ın Ocak 1993'te görevden aldığı eski Askeri İstihbaratBaşkanı Ali Duba (Nuseyri) ve Genelkurmay Başkanı Hikmet Shahabi'dir. Esad, Duba'yı1992'de geri dönen Rıfat'a karşı bir denge unsuru olarak kullanmak için güçlütutmuş, ancak Rıfat'ın eski gücüne sahip olmadığı anlaşılınca güç odağıolmaya devam etmesini sakıncalı bulmuştu. Esad'ın diğer oğulları ise Beşir, Mahherve Mejid'dir. Bunların devlet başkanlığına hazırlanması için yeterli zaman olmadığısöyleniyor. Önümüzdeki dönemde ortaya çıkabilecek gelişmelerden biri, Suriye'nin,Irak, İran ve Libya ile birlikte, Filistinli Hamas, Lübnanlı Hizbullah ve Ortadoğu'dakiBatı karşıtı diğer örgütlerle bir cephe oluşturmasıdır. Suriye bu durumdauluslararası terörizme desteğini de yeni bir düzeye tırmandırarak sürdürecektir.Esad sonrası dönemde Suriye'de bir askeri darbe ya da kanlı rejim değişikliği ortayaçıkarsa, o zaman ülkeyi ikiye bölecek bir iç savaş ortamı doğabilecektir. AncakEsad sonrası Suriye'yi kim yönetirse yönetsin, onun karizmatik kişiliğine sahipolmayacağı ve onun yönettiği koşullarda Suriye'yi yönetmesinin uzak bir olasılıkolacağı şimdiden söylenebilir. 1996 Ocak ayında Suriye ile İsrail arasında ABD'de sürdürülenBarış müzakereleri sırasında dünya basınında yer alan Washington kaynaklı bazıhaberler Hafız Esad'ın zor durumda bulunduğu şeklindeydi.

Bu arada merkezi Paris'te bulunan"Suriye'nin Kurtuluşu İçin 17 Nisan" terör örgütü Ocak 1996 ayı ortalarında"Bütün Suriye Müslümanları'na" başlığıyla basına yolladığı bir açıklamada;"Yıllardır diktatörlüğünü sürdüren ve Suriye halkını rezil bir yaşamamahküm eden Hafız Esad'ın, Suriye'yi bir zulüm ülkesi haline getirdiği"belirtiliyordu. İlahi adaletin tecellisi olarak Hafız Esad'ın, amansız bir hastalığayakalandığı kaydedilen açıklamada, "Hafız'ın içte Müslüman Halkımıza, dıştada Arap alemine karşı uyguladığı iki yüzlü politikalarına rağmen yıkılmak üzeredir"deniliyordu. Açıklamada Kasım 1995 ayında Suriye'nin kuzeyinde bulunan Afrin kentinde,çok sayıda ev ve iş yerinin bombalı saldırıların hedefi oldukları dabelirtiliyordu. "Suriye'nin Kurtuluşu İçin 17 Nisan" terör örgütü'nünbir diğer açıklamasında ise Afrin kentinde yaratılan terör'ün arkasında PKK terörörgütünün bulunduğu ve Suriye Güvenlik Birimlerinin bu bombalama olaylarınınfaillerini yakaladıkları ve bunların PKK militanları oldukları belirtildi. Paris'tebasına dağıtılan son açıklamada yer alan bir bölümde ise şöyle deniliyor:"PKK terör örgününün başı Abdullah Öcalan, Hafız Esad'ı devirip yerine geçmemücadelesi veren Başkan'ın iki kardeşi Rafet ve Cemil ile işbirliği yapıyor. Buüçlü şu sıralarda (Ocak 1996) Suriye'nin kuzey bölgesinde korku yaratarak hakimiyetkurmaya çalışıyorlar."

 

SURİYE'DEKİ İSLAMİ HAREKETLERİN TARİHİ




Suriye'de İslami muhalefet Esad dönemi ile sınırlıolmadığı gibi, kökenleri 19. yüzyılın sonlarındaki İslami cemiyet ve sosyal dayanışmakurumlarına kadar uzanmakta. İlk ciddi örgütlenme, 1930'lu yılların sonunda Hamakentindeki bazı aydın ve tüccarların öncülüğünde kurulan Cemiyet-i İhvan-ı Müslimin(Suriye Müslüman Kardeşler Cemiyeti) ile başladı. Grubun ilk başkanı Şeyh AbdülganiEl-Hamid, Mısır'da öğrenci olduğu yıllarda Hasan el-Benna ile tanışmış, İhvan'ınMısır'daki faaliyetlerinde bulunmuş ve ülkesine döndükten sonra da benzer bir örgütlenmebaşlatmıştı. Hareketin ilk dönemdeki üye sayısı sadece 500-600 civarındabulunuyordu. Örgütlenme sürecini, ikinci başkan Dr. Nuris Abdurrezzak zamanında da sürdürenSuriye İhvanı, kısa süre içinde Hımıs, Dera ve Deyri Zor gibi kentlerdeki diğerhayır cemiyetleri ile de güç birliği yaparak 1944 yılına gelindiğinde tümSuriye'deki cemiyetleri bir çatı altında toplamayı başardı.

1944 yılında Mustafa Sıbai'nin başkanlığa seçilmesiylecemaat yeni bir örgütlenme gerçekleştirdi. Genel Murakıp adını alan başkanınyetkileri sınırlandırılarak, ülkenin her kentinden cemaatin o kentteki sayısal büyüklüğünegöre temsilcilerin görev aldığı Kurucular Heyeti bir nevi cemaatin parlamentosu gibiişlev görerek, yönetim yetkilerini paylaştı. Yönetim kadrolarının atamalarınınyapıldığı, cemaatin çalışma ilkelerinin tespit edildiği toplantılar, Halep ve BaşkentŞam'da dönüşümlü olarak gerçekleştirilse de genel merkez fiilen artık Şam'dı.1915 Humus doğumlu olan Sıbai, Fransız işgali döneminde yaptığı muhaliffaaliyetleri nedeniyle hapse giren vatansever bir alim idi. Ancak Sıbai'nin muhalefetisadece işgalci Fransız yönetimine karşı olmadı. 1948 yılında İsrail karşısındayaşanan askeri yenilgi sebebiyle mevcut yöneticileri suçlayan Sıbai, halk arasındayaptığı örgütlü tebliğ çalışmalarında önemli ölçüde taban bulmayı başardı.

İhvan parlamentoda 1947 yılındakiseçimlerden sonra İhvan parlamentoya 3 temsilci sokmayı başardı. Daha sonra ardardagelen askeri darbelerle kesintiye uğrayan siyasi süreç, İhvan'ın güçlenmesini önleyemedive 1951 yılında yapılan seçimlerde, 142 üyeli parlamentoya 33 üye soktu. Buna karşınCemaatin siyasi faaliyetleri fazla uzun sürmedi. Çünkü ülkede o kadar sıklıklaaskeri darbe yaşanıyordu ki, hiçbir siyasi çalışma mümkün olamıyordu.

Bunun yanısıra, 1950-54 arasındaiktidarı elinden bulunduran diktatör Edip Çiçekli tarafından sert bir şekilde ezilenSıbai'nin hareketi, o sıralarda yeniden yükselmeye başlayan Arap milliyetçiliğiduyguları ve halkın arasında büyük rağbet gören Nasırcı anlayış nedeniyle ciddibir direnç sağlayamadı. Hareket, 1958-61 Birleşik Arap Cumhuriyeti (BAC) sırasındafazla bir faaliyet gösteremediği gibi, sağlık koşulları artık yönetime müsaitolmayan Sıbai tarafından bir ara tamamen dağıtıldı. İhvan liderlerinden AdnanSaadettin'e göre ise, İhvan Arap Birliğini İslam Birliğinin ilk nüvesi olaraktelakki ettiğinden dolayı, BAC'ı desteklemiş ve bu desteği fiilen göstermek içinfaaliyetlerini birlik lehine askıya almıştı.
Sertleşme 1958-61 arası ciddi bir muhalefet göstermeyen cemaatin, buna karşın Mısırİhvan'ına yaptığı muamele nedeniyle Nasır'a sempati duyduğu da söylenemezdi. Nasır'amuhalefeti nedeniyle Birleşik Arap Cumhuriyeti (BAC)'nin dağılmasını destekleyen İhvan,ayrılmadan sonraki siyasi süreçte Abdülkerim En-Nehlevi çevresinde taplandı. Yapılanseçimlerde Suriye Parlamentosu'nda 10 sandalye elde ettiyse de bu toparlanma süreci kısasürdü. 1963 yılındaki Baas Partisi iktidarı, ilk defa İslam'ın günlük yaşamdakirolünü azaltmayı ve fiilen İslam'ı devletten soyutlamayı hedefleyen geniş kapsamlıbir siyaset uyguladı.

Baas, reformist ve solculiderlerle mücadeleyi savunan İhvan'ın öncülüğündeki Sünni muhalefete savaş ilanederek, ikinci lideri İsam el-Attar'ı Almanya'ya sürdü. 1960'ların ortasındanitibaren liderliğin konumu ve bazı fikri ihtilaflar nedeniyle bölünmeler yaşayan İhvan,alternatif liderler çıkararak, üçe bölündü. Bunlardan Hama ekolünü temsil edenMervan Hadid ile, bu kez silahlı bir mücadeleye girişen hareket, 1968 yılındanitibaren Filistinli El-Fetih'le birlikte eğitim gördü. Esad döneminde devlet adamlarınayönelik suikast kampanyasını yoğunlaştıran Hadid, 1976 yılında yakalanarak,hapiste işkence ile öldürüldü.
Karşı adım Esad, İhvan'ın öncülük ettiği ve giderek kitlesel bir boyut kazananisyanların artması üzerine karşı bir hamleyle, anayasaya başkanın Müslüman olmaşartını koydurarak, 1974 yılında umre yaptı ve kitlenin göreceği şekilde düzenliolarak cuma namazlarına katıldı. Ama tüm bu imaj değişiklikleri, 1970'li yıllarboyunca İhvan'ın Şam, Hama, Humus ve Halep gibi kentlerinde yönetime karşı şiddeteylemlerini artırmasını önleyemedi.

Suikastlerde hedef, Suriyeli komünistler,Aleviler, Sovyet askeri uzmanları ve devlet görevlileriydi. Esad'a yönelik birsuikastin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine 8 Temmuz 1980 tarihinde İhvan'a üyeliğiidam cezasını gerektiren bir suç olarak öngören 49 nolu yasa çıkarıldı. Rejimindevrilmesi konusunda müttefik olan tüm İhvan ekolleri, bunun yöntemi konusunda ihtilafhalindeydi. Mevdudi ve Nedvi gibi saygın alimlerin arabuluculuk girişimleri de faydavermemişti.

Hama katliamı Şiddetin tırmandığı1979-1981 yılları arasında büyük kentlerde yüzlerce kişinin ölümüyle sonuçlananoperasyonlar düzenlendi. Rejimle İslami muhalefet arasındaki silahlı çatışmalarınartması Şubat 1982 tarihinde Hama'da yaklaşık 25 bin kişinin (1000 tanesi asker) öldüğüve kentin büyük bölümünün yerle bir olduğu katliamla zirveye ulaştı. Kent, 15 günboyunca havadan ve karadan bombalanmış, içindekilerle birlikte yerlebir edilmişti.Daha sonraki günlerde, büyük kentlerin tümüne yayılan kanlı operasyonlarda binlerceinsan hayatını kaybederken, delil olup olmadığına bakılmaksızın kendisinden şüphelenilensayısız insan, bir daha kendilerinden haber alınmamak üzere hapse atıldı. İnsanhakları kuruluşlarının da yoğun tepkisine yol açan sertlik politikası, 1980'li yıllarboyunca devam etti.

Değişim Esad'ın batıyla ilişkileriniiyileştirmeye başladığı 90'lı yıllarla birlikte, biraz da sindirilecek muhalifkalmadığına olan inancın verdiği güvenle, siyasi tutuklulara karşı nisbi bir yumuşamabaşladı. İlk olarak 20 Aralık 1995 tarihinde yayınlanan ve Kasım 1995 tarihinden öncecezaya çarptırılmış birçok İhvan ve Komünist Partisi mensubuna affı öngörenyasa Esad'ın onayıyla parlamentodan geçti. İsrail ile süren barış görüşmelerininolumlu şekilde ilerlediği bir sırada, uluslararası camianın karşısına demokrat veözgürlükçü görüntüyle çıkmayı arzu eden Esad, ülkesindeki her şeyde olduğugibi, dünyanın gidişatına uygun olarak liberalleşme konusunda da başı çekmekistiyordu. Bu çerçevede, Suriye İhvan-ı Müslimin teşkilatının lideri AbdülfettahEbu Gudde'nin (1997'de öldü.) yıllar sonra Şam'a gelerek Esad'la görüşmesi,sistemle İslami muhaleftin arayı düzeltmeye başladığını gösteren bir işaretolarak değerlendirildi.


ARİF ERTÜRK
 
selamunaleyküm.ARİF ERTÜRK
HACE AHMET YESEVİ
 
BAŞINA SARIK BAĞLAR,
KENDİNE MÜRİT ARAR,
İLMİ YOK NEYE YARAR,
AHİR ZAMAN ŞEYHLERİ..
YUNUS EMRE
 
EMEKSİZ ZENGİN OLANIN,
KİTAPSIZ BİLGİN OLANIN,
SERMAYESİ DİN OLANIN,
REHBERİ ŞEYTAN OLMUŞTUR.
 
SİTEMİZİ ZİYARET EDEN 115988 ziyaretçi (242994 klik) KİŞİ BURADAYDI
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol